-HAYATINDAN KESİTLER-
Süleyman efendinin mektubu:
-1-
Mehmed amcaya hitâben şunları anlatdılar: “Hani hâtırlıyor musunuz, Ankara’dan İstanbul’a bir gelişimde bir mektûb vermişdiniz, bunu Fâtih câmii ikinci müezzini Karahisar’lı Süleymân efendi’ye götürüver, demişdiniz. O zâtın Fâtih câmii civârında Küçükmustafapaşa tarafındaki evini bulduk, kapıyı çaldık, açmadılar. Çok sonra bir çocuk kapıyı açtı, mektûbu ona verdim. “İki gün sonra döneceğim, cevâb yazarsanız götürürüm” dedim. İki gün sonra tekrâr uğradım. Bu sefer bekletmediler. Süleymân efendi, uzun boylu, sarıklı, cübbeli bir zât, kapıya kendisi geldi. Cevâbî mektûbu verdi. “İçeri gir, çay iç” dedi. Bembeyâz sakalı vardı, nûr yüzlü biriydi. “Trene yetişeceğim” dedim. Girmedim. Çünki Efendi hazretleri ile vedâlaşacaktık. Oradan Abdülhakîm Efendi “kuddise sirrûh” hazretlerine geldim. Elini öpdüm, edeple oturdum, başımı önüme eğdim. Neden başımı önüme eğdim diyorum, biliyor musunuz? Anlatayım. Bir gün Efendi hazretlerinin sohbetinde, iki def’a yüzüne bakmak için başımı kaldırdım da, ikisinde de gözgöze geldik. O başını çevirdi, ben de başımı önüme eğdim. Demek ki, benim başım önüme eğik iken, o bana nazar ediyormuş. İkisinde de, ne kadar mahcûb oldum, bir bilseniz! Onun için, ondan sonra huzûrunda başımı önüme eğdim ve oturdum.
Çünki büyüklerle gözgöze gelmek hoş bir şey değildir.
-devamı var-