Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin Cum’a gününü tebrik eder, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim
ali zeki osmanağaoğlu
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer….
Bâzı hatıralar vardır ki, kalblere nakşeder.
O hatıraları hatırlamak, Cennet hayatı yaşamak gibidir…
Bâzı hatıralar vardır ki, kalblere nakşeder.
O hatıraları hatırlamak, Cennet hayatı yaşamak gibidir…
…………
Enver abim buyurdular ki;
Abdülhakim-i Arvasi hazretleri “kuddise sirruh” buyuruyorlar ki; Kur’ân-ı kerim öyle bir kitab-ı ilahidir ki, onun her harfinde yüzbin derde, yüzbin şifa vardır. İlaçların bir kısmı kat’idir, bir kısmı zannîdir. Yani bir kısmı mutlak şifadır, bir kısmı ise şifa olabilir de, olmayabilir de. Kur’an-ı kerim kat’i şifadır. Hiç şüphe yok. Kat’i ilac olduğunu Allahü teala buyuruyor.
Hocamız buyurdu ki: “Bir gün yolda giderken çok sevdiğim bir arkadaşıma rastladım. Arkadaşım üzüntüden bitmiş, hayattan ümidini kesmiş. Dedi ki; Yirmi yaşında bir kızım var. Doktorlar çok uğraştılar, çare bulunmadı, ümidi kestiler. Eve götürdük”. Hocamız, bir tabak içine şifa âyetlerinin hepsini yazmış, biraz da su koymuş, bu sudan içsin buyurmuş. Onbeş-yirmi gün sonra kız iyileşmiş. (Tabii, yazana ve okuyana göre değişir. Herkes yazabilir, okuyabilir ama ağızdan haram girip-çıkmazsa tesir başka olur. Bir de, kâlbi ve kalıbı ile beraber okunması elbette lazım. Sadece kalıbı ile okuyup, kâlb başka şeylerle meşgul olmamalı). Ağız aynı ağız, yazı aynı yazı, ama o nerede, bu nerede… Bir şiirde geçiyor;… Dâne-i fülfül siyah, hâli mahbûban siyah. Her dû su zen, inkucah, ankucah: Karabiber siyah, sevdiğimin ben’i de siyah. İkisi de yakar. Biri kalbi, biri ağzı yakar. O nerede, bu nerede… (onun için, büyük zâtlar dua ederken, onların yanında, o anda başka dua etmekle boşuna uğraşmayıp, hazırda kabul olan, makbul dua varken, o duaya amin diyerek ortak olmağa çalışırsak kârlı çıkarız. Zîra kendimize yapacağımız duanın neticesi meçhul olabilir.)
Bir adamcağız işi için bir başka memlekete gitmiş. Hanımı o gün çamaşır yıkamış, bütün gün çok yorulmuş ve yatmış. Hırsızlar da o gece, nasıl olsa ev sahibi yok, bu evi soyalım demişler. Hırsızlar geliyorlar, bir bakıyorlar ki evin etrafı yarıya kadar duvarla çevrili, (tam değil). Çok denemişler, eve girememişler. İkinci gece geliyorlar, bu defa duvar tepeye kadar duvarla çevrili! Evin sahibi gelince, hırsızlar gelip demişler ki; “Dayı! senin evi soymağa geldik, fakat soyamadık. Evin etrafında yarım duvar vardı, ikinci gün geldik, bu sefer duvar tepeye kadardı”. Adam eve gelince hanımına anlatmış ve sormuş; ne yaptın, niye böyle diye. Hanımı; birinci gün çok yorgundum, Âyet-el kürsiyi tamamlayamadan uyumuşum. İkinci gün tam olarak okuyup yattım demiş.
İmam-ı Rabbani hazretleri “kuddise sirruh”, bir gün pencere kenarında hanımı ile beraber oturup, dışarıyı seyrederken, gülmüşler. Hanımı ne gördüklerini merak edip sorduğunda, İmam-ı Rabbâni hazretleri buyuruyorlar ki; “Dışarıda birisi geçiyordu, şeytan sağ tarafından saldırmak istedi, yanındaki melek şeytanın kafasına bir topuz vurdu, şeytan öbür tarafa geçti, tam oradan içeri girecekti, melek bir kere daha vurdu, arkadan saldırmak, kalbine vesvese vermek istedi, orada bir tokmak daha yedi, öne geldi, yine birşey yapamadı”. Hanımı merak etmiş, neden birşey yapamadığını sormuş. İmam-ı Rabbani hazretleri; “Mübarek adam evden çıkarken Âyet-el kürsi okumuş” buyuruyor. Âyet-el kürsi bir duvar gibi örmüş etrafını.
Enver abim bizim başımızda hem abimiz, hem babamız, hem hocamız hem rehberimiz, yol göstericimiz, herşeyimizdi.
Hava gibi, ekmek, su gibi her zaman ihtiyaç duyulan bir insandı.
Hayat onunla güzeldi.
Fî emanillah.
Hava gibi, ekmek, su gibi her zaman ihtiyaç duyulan bir insandı.
Hayat onunla güzeldi.
Fî emanillah.