Enver abim buyurdular ki;
Padişah vezirine; bu evliyalar nasıl insan. Ben onları merak ediyorum. İstanbul’da evliya var mı, demiş. Mübarek; var efendim, deyince, Padişah; götür beni onlara, demiş. Vezir, tebdil-i kıyafet yapın, kıyafetlerinizi değişin. Padişah elbiseleriyle olmaz, demiş. Değişik bir şeyler giymiş, daha doğrusu kendini dağıtmış. Vezir de öyle. Bir manifaturacı dükkanına gitmişler, vezir demiş ki; Bu topu indir, onu indir, bunu indir. Bundan bir metre kes, ondan yarım metre kes. Bütün toplar inmiş, yarım metre, yirmibeş santim, bir metre kesilmiş. Efendim nasıl, demiş. İstemiyorum, bunları beğenmedim, demiş. Manifaturacıya, almaktan vazgeçtik, demiş. O da tabii efendim, bu sizin hakkınız. Yine sizi bekleriz. Sizin buraya kadar gelmeniz, bizim için şereftir, demiş. Çıktıktan sonra, padişah; bu nasıl sabır! Demek ki, evliyaların hususiyeti sabr etmek. Maşallah, demek bu kadar sabırlı oluyorlar. Bir başkasına gidelim, demiş. Sultanahmet’te bir karpuzcuya gitmişler. Adam kamyonu dayamış, karpuzları da yığmış. Bizim vezir almış karpuzu, vurmuş ikiye bölmüş, bu olmaz, demiş. Bir tane daha almış, bu da yaramaz, demiş. Tam üçüncüyü alırken, karpuzcu kulağına gelmiş, eğer bir tane daha kırarsan, kafanı kırarım. Kırdığın iki karpuzun da parasını alırım. Ben manifaturacı değilim, demiş. Padişaha dönmüş, padişahım bu ne diyor? Biz buradan dönelim. Buraya kadar sağlam geldik, buradan da sağlam dönelim, demiş. Parasını verip dönmüşler. Padişah, bu nasıl iş, demiş. Vezir; Efendim, bazen öyle, bazen böyle. Bazıları sabırla adam olur, bazıları dayakla, tercih sizin, demiş…
ali zeki osmanağaoğlu