Enver abim 20 Mart 2009’da Sarıyer’de buyurdular ki;
Sapanca’ya gitdiğimiz zamân, (1983-1984 senesi) bir hafta, on gün, Mübarekler hiçbir şeyle uğraşmadılar, Mehmet Ma’sûm hazretlerinin 25-30 tâne mektûbunu tercüme etdiler ve Hak Sözün Vesîkaları kitâbının sonuna ilâve etdiler. O, Sapanca hâtırasıdır. Hattâ bize de o mektûbları düzeltmek için tek tek okutdular. Birinci cild, 78’nci mektûbda Mehmet Ma’sûm hazretleri buyuruyorlar ki; Sevginin, üç alâmeti vardır. Sende bu üç alâmet varsa, seviyorsun. Efendim ikisi var, birisi yok. Yok, bu üçü olmazsa olmaz. Alâmetin birincisi; hubb-u fillah ve buğd-u fillahtır. Ya’nî, benim sevdiğimi kim seviyorsa onu severim. Ben, sevdiğimin sevmediğini sevmem. Hattâ Mübâreklere dedim; efendim, mümkün mü, siz birisini sevmeyeceksiniz, biz onunla işbirliği yapacağız veyâ ben onu seveceğim, bu, akla gelmez, dedim. Mübarekler; dünyâ menfe’ati girerse, her şey aklınıza girer. Ama bunda menfe’at olmaması lâzım, buyurdular.
Sevginin ikinci alameti; insan sevdiğine itâat eder. Ama aklına değil, mantığına değil, gördüğüne değil, yüzüne değil, sevdiğinin sözüne mutlak itâat eder. Nitekim, Mevlâna Celâleddîn-i Rumi hazretleri, Şems-i Tebrîzi hazretlerine kavuşdukdan sonra birçok şeyde işin içine akıl karışıyor. Baktı ki felâkete gidiyor, en son dedi ki; ben hocama kavuşdum, aklımı bırakdım ve kurtuldum.
Sevginin üçüncü alâmeti de; hep sevgiliden bahsetmekdir. Dolayısıyla, elinizde değil, hep ondan bahsedilmesini istersiniz, onun konuşulmasını istersiniz ve yahut da siz de ondan bahsedersiniz. İşte bu da, sevginin üçüncü alâmeti. O halde ne yapalım, biz de onlardan bahsedelim.
ali zeki osmanağaoğlu