Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin Cum’a gününü tebrik eder, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim
ali zeki osmanağaoğlu
Mübârek Hocamız, Enver abiler ile beraber 1997-1998 senelerinde, çoğu zaman Yalova’da kalıyorlardı. Oradaki bulundukları sitede 15-20 arkadaşımızın da evi vardı. Enver abiler namaza mescide gelirler ve namazdan sonra, emsalsiz sohbetler olurdu. O günlerde adeta Cennet hayatı yaşanıyordu. O günlerde bazan bahçede, bazan balkonda, Hocamızı sık sık görebilme imkanımız olurdu. Ayrıca kandil gibi hususî günlerde Hocamızın sohbetleri ile de şereflenirdik. Gene böyle hususî bir kandil gününde, Yalova’da, bir sohbetde mübarek Hocamız buyurdular ki;
“Kalb kendiliğinden Allah demeğe başlayınca Evliyâlık başlamış olur. Evliyâlık da derece derecedir. Bunu İlmihal’den bulup okuyun”. “Okuyan var mı” buyurdular, bana bakıp “sen okudun galiba” buyurdular. Mübârek zâtları, mürşid-i kâmilleri sevmek, kişinin bardağını feyz pınarının altına koyması demekdir, fekat bu bardağın kapağı kapalı olursa bu pınardan gelen feyzler bardağın içine girmezler, bu gelen feyzden istifâde edilemez. Bu kapağı açmak için harâmlardan sakınmak lâzımdır. Harâmdan ne derece çok sakınılıyorsa, gelen feyzden o derece istifâde edilir. Evliyâların da, büyük zâtların da rûhlarından dâimâ istifâde etmek mümkündür. Yeter ki Allah irtibât kurmak nasîb eylesin. Mübârek zatlar vefâtlarından sonra daha fazla feyz verirler. En büyük günâh, Allahü teâlâyı unutarak iş yapmakdır. Kaldı ki, biz nemâzda bile unutuyoruz. Fekat büyükler bunun çâresini bulmuşlar. Büyükler buyuruyorlar ki; Beş vakit nemâzı kılan, hükmen yirmidört sâat hatırlamış kabul edilir. Bir de, îmânımızı, hidayetimizi, her şeyimizi borçlu olduğumuz büyükleri hiç unutmamak, her sâniye hatırlayabilmek lâzım. Feyz gelmesinin sebebi bu sevgidir. Bunun için iki yol vardır. Birincisi; her an, her yapdığı işte, her atdığı adımda, o büyük zâtı hâtırlamakdır. Hocam bu işi, bunu nasıl yapardı diye düşünüp, ona göre yapmakdır. Yani O zâtı kendi kalbine koymakdır. Bu kişi, her sâniye hocasını düşünmeğe, her an râbıta hâlinde olmağa mecbûrdur. İkinci yol; öyle kıymetli bir iş yaparak kendini sevdirmeli ki, hocasının kalbine girmelidir. Eğer bunu yapabilirse, talebenin her an kendisinin düşünmesine lüzum kalmaz. O, artık büyüklerin kalbindedir. Büyüklerin kalbine gelen feyzlerden istifâde eder. Demek ki, feyz alabilmek için, büyük zâtı ya kendi kalbine koymak, ya da onun kalbine girmek lâzımdır. Bir zaman Ali Râmitenî hazretlerinin evine misâfirler gelmişdi. Gelen misâfire de evde o anda ikrâm edecek bir şey yokdu. Misâfirin karnı açdı ve ne ikrâm etsem diye üzülüyordu. O sırada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden birisi tavuklu pilâv hediye getirdi. “Bu yemeği, sizin için hâzırladım. Ne olur kabul edin” diyerek yalvardı. Bu sıkıntılı anda gelen yemekden son derece hoşnûd olup, o talebesine; “Evlâdım, bu getirdiğin hediye çok makbûle geçdi. Hediyyeni kabul etmeden evvel seni kabul etdim. Şu anda hâcet kapısı açık, ne istiyorsan sana dua edeceğim ve mutlaka kabul olacak” buyurdu ve talebesinin arzûsunun ne olduğunu sordu. Tavuklu pilavı getiren talebe ise; “Hocam tek bir isteğim var, aynen sizin gibi olmakdır, başka isteğim yokdur” dedi. Ali Râmitenî hazretleri; “Evlâdım bu çok ağır bir yükdür, bu yükü sen kaldıramazsın, başka bir şey iste” buyurdu. Talebe ise; “Efendim bundan başka hiç bir isteğim yokdur, sâdece sizin gibi olmak istiyorum” dedi. Ali Râmitenî hazretleri söz verdiği için bu talebesine dua etdi. Talebesi ise o anda aynı kendisi gibi oldu. Bunun için de iki azîz ma’nasına gelen “Azîzân” ismi ile meşhûr oldu. Fekat her ne kadar talebe, aynı hocası gibi oldu ise de Hocasının üzerindeki taşıdığı yükü çok ağır olduğu için bu talebe kırk gün sonra vefat etdi.
Fî emanillah