Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin Cum’a gününü tebrik eder, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim
ali zeki osmanağaoğlu
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer….
Bâzı hatıralar vardır ki, kalblere nakşeder.
O hatıraları hatırlamak, Cennet hayatı yaşamak gibidir…
………. …
70’li yılların başlarında, mübarek Hocamızın, istirahat için, zaman zaman deniz kenarına gidip oturduklarını işitirdik. Hatta bir gün buyurdular ki; Rumeli kavağına inerken deniz kenarında duvarın üzerine oturdum, denizi seyrediyordum. Yoldan bazı gençler geçerken, şu ihtiyarı ittirelim mi, diyorlardı. Çok korktum, hemen kalktım geri döndüm, buyurdular. Bu hadise üzerine, abim (Osman abi), mübarek Hocamız, rahat bir şekilde istirahat etsinler diye evvela Rumeli kavağında sonra Sarıyer’de yazlık sayfiye evi kiraladı ve evi Hocamızın emrine verdi. Hocamız sık sık hafta sonları bu evi teşrif ederler, akşama kadar sohbet edilir, kitap okunurdu. Hatta bazan ehibbadan arkadaşlarını, Abdülhakim efendi hazretlerinin talebelerinden hayatta olanları da davet ederler, eski günleri yâd ederlerdi. Tabii, böyle günler bizim için bayram olurdu, hayatımızın en tatlı, en güzel günleri, Hocamızla ve Enver abimiz ile beraber geçirdiğimiz günler olurdu. Çünki, o günler dünya hayatı değil, ahiret hayatı gibiydi, Cennet hayatı tadında idi. Hocamızın ve Enver abilerin, Sarıyer’de Osman abinin evine teşrifleri, 92 senesinde Enver abilerin sarıyerdeki Manolya yalı alınıncaya kadar 17-18 sene kadar devam etti. Daha sonra da Enver abilerin evine komşu olarak Osman abi ile sık sık yatsı namazlarına gider, her sohbetlerinden istifade etmeğe çalışırdık. Hocamız buyururlardı ki; “Eskiden dünyanın sevilecek tarafı vardı, âlimler vardı, evliyalar vardı, onların sohbetleri vardı, o sohbetlerin heyecanı vardı, onun için dünyanın sevilecek tarafı vardı. Eskiden dünyayı sevmemek daha zordu. Şimdi o büyükler kalmadığı için dünyanın sevilecek tarafı kalmadı, şimdi dünyayı sevmemek daha kolay” buyururlardı. Bunu o zaman biz anlayamazdık, fakat Hocamızın ve hele ki Enver abimizin vefatı ile öksüz kalınca, Hocamızın bu sözünü anlamış olduk.
Burada, Osman abinin Sarıyer’deki evinde, mübarek Hocamızın anlattıklarından bazılarını, birkaç bölüm olarak anlatacağız inşallah.
Mübarek Hocamız buyurdular ki;
Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri bir gün buyurdular ki; “Van’da Başkal’a şehrinde bir medresem vardı. Bu medresede yirmi-otuz talebe okutuyordum. Talebenin yimesi, içmesi, elbiseleri, bütün masrafları hep bana ait idi. Bir gün ders veriyordum, kapı açıldı, içeri gayet temiz giyinmiş bir beğ geldi. Selam verdi ve dersi dinledi. Ders sonunda yanıma geldi; (Efendim kaç talebeniz var? Hangi kitâbları okutuyorsunuz? Hangi kitâblara ihtiyacınız var?) diye sordu. Ben de lâzım olan birçok kitâb ismi verdim. Cebinden defterini çıkardı, bütün ihtiyaçlarımı deftere yazdı. Biraz sonra veda etdi, gitdi. Konuşması gayet nazik, elbisesi gayet muntazam ve temiz olduğundan, bunun bir İstanbul beyi olduğunu anladım. Birkaç ay geçdi. Ben artık bunu unutmuşdum. Birgün medreseye postacı geldi. Seni postaneden istiyorlar dedi. Gitdim. Bunlar sana geldi dediler. İki büyük sandık gösterdiler. O iki sandık, kitâb dolu idi. Kitâbları, sandıkları aldım, hayvana bindirdim. Medreseye getirtdim. Sandıklar açıldı. Bir de ne bakayım, sandığın içinde iki ay evvel ismlerini yazdırdığım kitâblar. Üzerinde bir kağıt. (Halife-i müslimin Sultan Abdülhamid Hân’ın hediyyesidir) yazılı.” Demek ki, Sultan Abdülhamid hân bütün Anadolu’ya, bütün ilm yuvalarına, at üstünde, deve üstünde böyle bedava kitâb gönderiyordu. Şimdi bizim kitâbların yayıldığı gibi…
Efendi hazretleri, Abdülhamid Hanın kabrinin önünden geçerken, “Esselamü aleyke ya melikel âdil” diye selam verirdi…
Ali Haydar efendinin hocası, Bandırmalı Ali hocanın oğlu Şemseddin efendi vardı. Onunla görüşürdük. Benim babam cüzhan [cüz’leri ta’kib eden kişi] idi dedi. Yıldız serayında Abdülhamid han, devamlı Kur’an-ı kerim okuturmuş. Herkesin okuduğu cüz’ler varmış. Biri bitirir, öbürü başlarmış. Devamlı hatm okunurmuş. Şemseddin efendi dedi ki, babam oraya cüz’ okumaya gitdiğinde ben de, beş-altı yaşlarında çocukdum. Bağçede oynardım. Abdülhamid han havuzun kenarında oturur, kahve içerdi. Hergün günlük gazeteleri mütalaa ederdi. Paşalar, görüşmek için sıra beklerdi. Birgün bahçe kapısında iriyarı birisi beni çağırdı. Plevne kahramanı Osman paşa imiş. Abdülhamid Hanın çok sevdiği paşalardan biridir. Osman paşa bana dedi ki, “Abdülhamid Hanın yanına git, bağırarak Osman paşa kapıda bekliyor de.” Yanına gitdiğimde gazete okuyordu. Osman paşa kapıda bekliyor dedim, kaçdım dedi. Sonra Abdülhamid han zile basmış, Osman paşayı çağırtmış.
– devamı haftaya –
Fî emanilah