Enver abim buyurdular ki;
Bir gün Gana’dan, arkadaşımız Ebu Bekir Ali geldi. Mâşâallah, o tenin altında nur gibi. Gana’dan Mübârekleri görmek için gelmiş. Ben de Hocamıza arz ettim: Efendim, Gana’dan bir arkadaş gelmiş, sizi görmek istiyor, dedim. Nerede kalıyorlar, buyurdular. Efendim, kitabevinin yanından bir yol iniyor aşağıya doğru, bir gariphane vardı orada, orada kalıyormuş, dedim. Peki, çağırmayın, gelmesin, biz bir akşam kendimiz gideriz, buyurdular. Peki efendim. Hocamız ile beraber bir akşam gittik. Kapıyı çaldık ki, tabii bir telaş oldu arkadaşlarımızda ama, Ebu Bekir Ali bilmiyor kimin geldiğini. Hocamız buyurdular ki, sakın benim ismimi söylemeyin! Peki efendim dedik. Oturduk. Mübârekler, Ebu Bekir abiye buyurdular ki, “Allaha îmân ediyor musun?” Elbette! “Peki, Peygamberimize “aleyhissalâtü vesselâm” îmân ediyor musun?” Elbette. Peki buyurdular, “Ehl-i sünnet âlimlerine sevginiz, muhabbetiniz, itaatiniz nasıl?” buyurdular, iyi mi? Elbette efendim. Buyurdular ki, “Siz bir Ehl-i sünnet âlimine giderseniz, onlara doğru bir adım atarsanız, onlar size bin adım atarlar. Şimdi, kendisine kim olduğumuzu söyleyin” buyurdular. Ben de Ebu Bekir abiye, işte Mübârek hocamız bu zâttır, dedim. Ben böyle manzara görmedim. Oturduğu yerden nasıl bir fırladı, doğruca Mübâreklerin ayaklarına. Yani, o cüsseyle, o nasıl bir kuvvetse, Mübârekler ayaklarını çekti ama iş işten geçti… Ve orada öğrendik ki, siz onlara bir adım yaklaşırsanız, onlar size bin adım yaklaşırlar.