Enver abim buyurdular ki;
Bir gün Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretlerine, Konya’nın eşrafından zengin birisi, beş kese altın göndermiş, ama öylece ufacık kese değil yani. Keseleri getiren talebelerine buyurmuş ki; Siz bana peki der misiniz. Estağfirullah efendim, elbette deriz. İtiraz yok, buyurmuşlar. Hayır, efendim, hâşâ biz size nasıl itiraz ederiz. O halde gidin, şu altınların hepsini, şurada bir bataklık var, hepsini içine dökün. Götürüyorlar bataklığa, çil çil altınlar bataklığa döküldükçe, etrafındakilerin aklı başından gidiyor, ne yapıyorlar bunlar diye. Bir kese olmadı, iki kese, üç kese, dört kese, beş kese, havada uçuyor altınlar. Dinler mi millet o zaman, ne gömlek, ne kravat, ne ceket, ne pantolon hepsi çamura dalıyorlar. Alalım birkaç tane, beş tane alan, altıyı almak istiyor, daha beter batıyor. Mevlana hazretleri de talebeleri ile birlikte seyrediyorlar. Gelin gelin, bakın diyor. Efendim, bunlar insanlıktan çıktı, dediklerinde, öyle olacak tabiî, buyuruyor. Bu altının peşinde olanlar insanlıktan çıkarsa, ancak altına kavuşur. İnsan olan atar mı kendini bu bataklığın içine. Bunlar gitti artık, şimdi ben size nasıl zengin olunur onun formülünü vereyim demiş mübarek. Yani, zengin kim olur, kime zengin denir? Çok iyi değil mi? Fırsat bu fırsat. Mübarek buyurmuş ki, La İlahe İllallah Muhammedün Resulullah, kim kanaat sahibi olursa, o, dünyanın en zengin insanıdır. Kim daha çoğunu isterse, işte fakir odur. Ve unutmayın ki; zenginler fakirdir. Çünki, gönül kaptırmıştır bir kere. Vatandaş cebinden veriyor, o gönlünden veriyor!
ali zeki osmanağaoğlu