Enver abiler buyurdular ki;
Ne kadar güzel bir yol ya Rabbi. Hiç sağı solu yok, ilavesi noksanı yok. Bütün ömürleri sadece üç beş madde içerisinde geçti. Ne hikâye, ne vak’a, ne hatıra varsa, bir konuyu belki 10 defa 20 defa tekrarlayabilirlerdi. Ama her defasında insan ayrı bir zevk alırdı. Mesela, Ankara’dan geliyordum, buyurdular. Trende yer yok, kompartımanlar dolu, koridorlarda köylüler yere yatmış. Ben de iki vagon arasında dururdum, demirler ayağımın altında ileri geri oynardı. Elimi tuttuğum demir o kadar soğuktu ki elim bazen buzlanırdı, elimi ayırmakta zorluk çekerdim. Bu vaziyette Haydarpaşa İstasyonuna gelirdim. Oradan vapurla biner Eyüp’e giderdim. Hiçbir yere uğramadan doğru Efendi hazretlerine giderdim. Bir defasında gittiğim zaman kimse yoktu. Efendi hazretleri kahvaltı yapıyormuş.Şakir efendi geldi. Mübarek buyurmuşlar ki, Hilmi’yi çağır beraber yiyelim. Yer sofrası, küçük bir demlik, çaydanlık, zeytin, peynir, yoğurt. Efendi hazretleri sabahları yoğurt yemeyi severlerdi. Hadi sen de ye, buyururlardı. Ben de yerdim. İkinci veya üçüncü bardaktan sonra yarıya kadar içerler, kalanını bana verirler, sen bitir, buyururlardı. Efendim, müminin artığı hem bedene hem de kalbe şifadır. Sonra nereden geldin derlerdi. Ankara’dan. Bir yere uğradın mı? Hayır doğru buraya geldim. Aferin. Akşama kadar beraber olurduk. Son vapur akşam dokuzda. Ben yerimden kıpırdamaz, bakamazdım dahi. Boş aralarda bana Farisi öğrettiler, Arabî öğrettiler. Benimle çok ilgilendiler. Neden? Çünkü ben çok iyi bir alıcıydım, doymayan bir alıcıydım. Onlar da verici.