Enver abiler buyurdular ki;
Cenab-ı Hak; bu kalbi yaratmış kendisi için, senin için bütün vücudu yaratmış. Ne yaparsan yap ama kalp yapamazsın. Bugün öğle vakti okuyordum kitaptan. Şimdi iki tane güneş var; biri maddi güneş, biri manevi güneş. Maddi güneş olmasa hiçbir rızık olmaz yani yiyecek hiçbir şey bulamazsınız. Biz donar kalırız. Ancak o güneş doğacak, verdiği enerji ile bitkiler canlanacak, hayvanlar o bitkileri yiyecekler. Biz yiyeceğiz yani hayat devam ediyor. Hem enerji bakımından hem de ışık bakımından. Böyle bir güneş olduğu gibi bir güneş daha var. O da Muhammed aleyhisselam. Peygamber efendimiz “aleyhissalatü vesselam; İnsanın bedeni için nasıl bu güneş herşeyi hazırlıyorsa cenab-ı Hakkın peygamberi de kalbin temizliği için, kalbin iman etmesi için, o her an bilsen de bilmesen de feyz veriyor. O feyz hangi kalbe yapışırsa o kalp nurlanır. Nurlanan kalp doğru imana kavuşur. Doğru imana kavuşan kalp, doğru amel peşinde koşar. Her türlü kötülüklerden korunur. Dolayısıyla, bir müminde eğer bu itikad, bu büyüklere sevgi, bu ameller teşekkül etmişse, Hazret-i Peygamberin o kalbe akıttığı feyzden bir damla düşmüştür. Olmazsa olmaz çünkü o. Kalbin İslamiyet’e, Ehl-i Sünnete uygun olabilmesi için o feyzin ona inmesi lazım. Başlangıç Cenab-ı Peygamberden geliyor. Eğer gelmemişse onun için bir şey yapamazsınız. Önemli olan, o kalbe bir damla feyzin düşmesi lazım. Hatta bu izahta değil başka izahta okumuştum. Muhammed Masum hazretleri; her halde bütün peygamberler Hazret-i peygamberin kalbindeki o feyzden bir parça aldıkları için peygamber yapıldılar. Kıyamete kadar bütün müminlere gelecek olan feyz, onun kalbinden zerre kadar düşendir, diyor. Eğer biraz fazla olursa, o, mürşid-i kâmil olur, diyor. Bütün mesele, Hazret-i Peygamberin kalbinden yayılan, dağılan o güneş ışınları gibi olan o feyze layık olmak, kavuşmaktır.