Huzur Pınarı Hizmetleri
2009 senesi, mart ayının 5′ i… Enver abim, huzurpınarında kitap hizmetlerine iştirak eden arkadaşlarımızı ihlas holding vip salonundaki yemekli sohbete davet etmişlerdi. O gün Enver abim buyurdular ki;
-10-
Bir padişah, iki tane de veziri varmış. Biri çok mübarek öteki de hainmiş. Mübarek olanı padişah çok seviyormuş. Hep peki diyor, güler yüzlü, tatlı dilli imiş. Diğeri berbat ve bunu müthiş kıskanıyormuş. Ben bunu hal ederim, deyip, Allah Muhammed aşkına bu akşam bize yemeğe gel, demiş arkadaşına. Evde misafir var, etme eyleme dediyse de, Allah Muhammed aşkına gel demiş hain olan. Peygamber ismi geçince, adamcağızın eli ayağı titremeğe başlamış ve gitmiş. Mantı hazırlamış ama, mantı yarım, sarımsak bir misli daha fazlaymış. Bir kaşık almış, ağzı burnu yanmış. Allah Muhammed aşkına ye, demiş. Ne olur, Cenab-ı Peygamberin ismini söyleme, demiş. Gene, Allah Muhammed aşkına ye, demiş. Zar zor yemiş, eve gelmiş, daha sokaktan sarımsak kokusu evi sarmış. Hanımı, bu ne hal, demiş. Ne bileyim, arkadaşı kıramadım, perişan oldum, ne olur bana şunu getir bunu getir demiş, ağzını yıkamış; ama bütün vücudu kokuyormuş. Sarımsak bu! Ertesi günü de padişaha gidecek.. O gece hain, padişaha çıkmış, padişahım, ben gıybet etmeği sevmem, Allah korusun, günaha da girerim. Ama piyasada bir dedikodu dolaşıyor, bunu da size söylemezsem içim rahat etmiyor, demiş. Ne oldu, demiş. Ben söylemeyeyim, boş ver, demiş. Padişah, nedir derdin, deyince, nasıl söyleyeyim efendim, bu bana yakışmaz ki, demiş. (Zaten Peygamberimiz ‘aleyhissalatü vesselam’ buyuruyorlar ki; Eski ümmetlerden size iki günah bulaştı. Birisi, mal muhabbeti, ikincisi, kıskançlık). Neyse, Padişah ısrar etmiş, efendim, siz gene benden duymuş olmayın, arkadaşım her yerde, benim çektiğimi siz bir bilseniz. Padişahımızın ağzı öyle kokuyor ki, eğildiğim zaman, bir şey söylediği zaman, ciğerlerim ağzıma geliyor; ama ne yapacaksın, padişahımız olduğu için de sabr ediyorum, diye anlatıyor. Ve yarın sizinle konuşurken, kokunuz ona gelmesin diye, elini ağzına sürecek. Ben arkasından gıybet, dedikodu falan istemiyorum ama, hakikat de bu, demiş. Felaket! Padişah sabahı zor beklemiş, gelir gelmez veziri çağırtmış, anlat bakalım şu yazı ne demek, demiş. Adamın her tarafı sarımsak.. Ne yapsın uzak durmuş, elini ağzına kapatmış. Hizmetçiyi çağırtmış padişah, bana bir zarf, kağıt, kalem getirin, demiş. Bir satır yazmış, mektubu getirenin kellesini getir. Zarfı kapatmış, bunun eline vermiş, bu işleri hal eden bir valisi varmış, bunu falanca valime götür, demiş. Fakat şimdiye kadar bu valiye gönderilen mektupları da, gelene hediye ver, taktir et, tarzında yazmış. Mektubu verince, hain ileride yolunu kesmiş, Allah Muhammed aşkına mektubu bana ver, demiş. Onu valiye göndermekle, bir hediye alacağını zan etmiş. Bu padişahın emri, bana bunu yapma, böyle yemin verme, demiş. Allah Muhammed aşkına ver deyince, vermiş. Bir müddet sonra padişah bir bakmış, mübarek vezir orada. Mektup? Efendim, arkadaşım yolumu kesti, hazret-i Peygamberin ismini verdi, ant verdi, mektubu ona verdim, o da valiye gitti, demiş. Tabi bu arada vali işi bitirmiş, bir torba içinde emaneti göndermiş. Padişah, benim bu işe aklım ermedi. Sen sabahleyin niye elini ağzına koydun, demiş. Efendim, akşam beni evine götürdü, illa bu akşam bize yemeğe gel diye ant verdi, Cenab-ı Peygamberin ismini kullandı, mantı çıkardı, bir avuç mantı, iki avuç sarımsak.. Ağzım, burnum, her tarafım yandı. Siz de çağırınca, rahatsız olmayın diye elimi ağzıma koydum, demiş. Padişah, peki sen sağda solda dedikodu yapıyormuşsun, deyince, ben nasıl söylerim, o kadar beni seviyorsunuz, ben sizi o kadar seviyorum, yalan efendim, demiş. Padişah da o zaman, eden kendine eder. Kuyuyu kazdı, içine kendisi düştü, demiş. Onun için, bizim dinimiz diyor ki; Zalim, zulmünün cezasını çekmeden ölmez. Herkes ne yaparsa kendisine yapar.
-devamı var-
ali zeki osmanağaoğlu