-HAYATINDAN KESİTLER-
Abdülhakim efendi hazretlerinin evine ilk gitmesi ve İdris köşkü:
1998 senesinin ekim ayının 24’ünde Regaib kandili vesilesiyle, Yalovadaki seadethanelerine, kandil ziyareti için gittiğimizde, huzurlarına kabûl edilmekle şereflenmiştik. O gün Hocamız buyurdularki; Mü’minler bir araya toplanınca, kalblerindeki nûr, birbirine aks eder, te’sir eder. Hele aralarında bir de, Allahü teâlânın sevdiği velî bir kulu varsa, Onun kalbindeki nûr şu lamba gibi herkesi aydınlatır. Aralarında öyle biri yoksa, öyle büyüklerin muhabbeti aydınlatır. Bunun için, O zâtın yanlarında olması, hattâ diri olması şart değildir. Vefat etmiş olsa da, Onun muhabbeti, feyz almağa sebeb olur. O büyüklerin sevgisini kazanmak ne büyük müjdedir. İşte ben, böyle büyük bir zâtla Eyyûb Câmi’inde karşılaşdım. Hattâ daha evveliyâtı var. Bir gün Bâyezid Câmi’ine girdiğimde, tesadüfen gördüm. Biraz dinledim. Çok hoşuma gitdi, ama derse yetişecektim, fazla duramadım. Çıkarken bu zâtın kim olduğunu, Cum’a günü Eyyûb Sultanda va’z etdiğini öğrendim. O zamân ta’til Pazar değil, Cum’a günü idi. Süleymaniyede bekirağa bölüğü denilen yerde kalıyordum. Cum’a namâzına Eyyûb Câmi’ine geldim, hiç duymadığım, bilmediğim şeyleri dinlerken çok zevk aldım. Kapıdan çıkarken ayakkabılarımı bağlıyordum, “Küçük efendi, ben seni sevdim. Bizim evimiz yukarıda, mezarlığın arasında, arada bir gel de, sohbet ederiz” diye bir ses işitdim. İlk görüşde “Seni sevdim” dedi. Büyük bir zâtın kalbine girmek için, senelerce hizmet etmek ve sevgisini kazanmak lazım. Bana ilk görüşde, “seni sevdim” dedi.
“Küçük efendi, ben seni sevdim. Evimiz mezarlığın içinde yukarıdadır. Arada bir gel de, seninle sohbet ederiz.” Buyurarak davet etmesinden cesaret alıp, evine gittim. Davet etmeseydi gidemezdim. O zaman Cuma günleri tatil idi. Bir sonraki cuma gününü sabırsızlıkla bekledim. Cuma gün olunca, heyecanla evine gitdim. Bahce kapısından girince, tam karşıdaki kabirlerin üstünde bir köşk vardı, orada sohbet etdiğini öğrendim ve o köşke girdim. İdris köşkü diyorlardı oraya, III. Selim Hân yapdırmış. Altı türbe, üstü köşk idi. Kapıdan girince hemen karşıdaydı. O köşk, çok güzel bir yerde idi. Oradan haliç görünürdü. Sonradan onu yıkdılar, kabrlerin üstüne çatı yaptılar. O köşke ilk ve son defa girmiş oldum. Sonraki gittiğimde köşk yoktu. O gün gittiğimde, Abdülhakim efendi hazretleri, o köşkde sohbet ediyordu. İçeriye girdim, Efendi hazretleri köşeye sedirin üstüne oturmuş, önünde bir rahle vardı, kayınpeder Ziya Bey de hemen önünde diz çöküp oturmuş, rahledeki kitabdan okuyor, Efendi hazretleride, Ziya beyin okuduklarını açıklıyor ve anlatıyordu. O zamân Ziya beyi de tanımıyorum tabii… Oturacak yer yoktu, salon mahşer gibi kalabalıktı, her yer dolu idi. Zaten edebimden içeriye giremedim, utandım. Kapının dış tarafına, sofaya oturdum dinliyordum. Biraz sonra, henüz bir dakika geçmeden Efendi hazretleri başını kaldırdı, beni gördü. “Küçük efendi, sen buraya gel” diye beni yanına çağırdı. Ayaklarının dibinde bir kişilik boşluk vardı. Beni oraya oturtdu. Edebimden yüzüne bakamadım. Ancak arada sırada kaçamak bakardım. Biz bütün kazandıklarımızı edebimiz sayesinde kazandık. O gün gitmeğe başladım, hiç bırakmadım. Efendi hazretlerini tanıdığımda, on sekiz yaşında gençdim. Elhamdülillah daha ilk görüşde teveccüh etdi. Teveccüh demek, sevmek demekdir.
-devamı var-