Hocamız Hüseyin Hilmi Işık Efendi’nin “rahmetullahi aleyh” vefatlarında yayınlanan gazete yazılarından:
13-
– dünden devam –
Evvelkiler gibi üç ölçünün takipcisiydi. İlm. Amel. İhlâs.
Öğrenmek, yaşamak ve sâdece Allah için yaşamak. İlmin olmadığı yerde cehâlet vardır. Yaşanmıyan ilm ziyân olur. Allah için yaşanmazsa kıymeti yokdur. O zemân herhangi bir çıkar söz konusudur.
Âlimin ölümü âlemin ölümüdür demişler. Muhakkak ki öyle. Gemilere yol gösteren bir deniz feneri sönerse o denizdeki gemiler ne yapar? Neyse ki bunun tedbirini almışdı. Başlangıcda ya sohbet yolunu tutacakdı veya eser verme. İkincisini tercih etmişler. Sohbetde sınırlı sayıda kimse müstefîd olur ve öğrendikleri de onlarla beraber giderdi. Şimdi ise kendileri aramızdan ayrıldıkları halde eserleri yaşadığı için o fener hep aydınlatacak. Bu sebeb ile kendisine gelmek istiyenlere “beni görmek istiyen eserlerimizi okusun” derdi. Araştırmak, tefekkür ve yazmakdan insanlara ayıracak vakti olmuyordu. Şimdi masasında kalemi, mürekkebi, kâğıdları öksüz kaldı. Âlimin ölümü her zemân âlemin ölümü olmuyor fekat mürekkeb, kalem, kâğıd hep öksüz kalıyor. 4 Ocak’da hastahâneye yatmışdı. 26 Ekim’de aramızdan ayrıldı. 9 ay kusûr günle âhırete doğdu, âdetâ. Cenâze nemâzına onbinler iştirâk etdi. Onlar, sessiz, vakur, aydınlık yüzlü mü’minlerdi. Dudaklar susmuşken kalbler konuşuyor gibiydi. En ufak bir taşkınlık, en küçük bir mübâlaga görülmedi. Tam bir tevekkül, tam bir teslîmiyyet vardı.
Evet, âlimler göçünce mürekkeb öksüz kalıyor. Bir âlimin yeri kim bilir ne zemân dolar? Dolar mı? O yüzden mürekkebin acısı büyükdür. Eserler ise hep yaşar. Onlar sadakayı câriyedir, akıp giden iyilikdir. Onlar yaşadıkça âlimin derecesi artar.
Merhabâ sevimli toprak. Gözün aydın cennet…