-HAYATINDAN KESİTLER-
Abdülhakim efendi hazretlerinden ilim öğrenmesi (Arabî ve Farisî öğrenmesi):
-2-
Abdülhakim efendi hazretleri, senelerce bana arabca öğretdi. Şaşırırdım arabcayı nasıl okuyorlar diye. Kur’ân-ı kerîm okuyoruz. Üstün, esre ve ötre var. Ama arabca kitâblarda, üstün, esre yok ki. Nasıl okunur aklım ermezdi. Mübârek, onları öğretdi bana. Benimle hususi ilgilenirdi. Emsile, sarf, nahv okutup ezberletdi. “Bunu 1000 kerre okuyan hiç unutmaz. Sen zekisin, 500 kerre sana yeter” buyururdu. Öğrendiklerimi, yollarda, tramvayda hep okurdum, ezberlerdim. Gelince, Efendi hazretleri, ezberlediklerini oku bakalım derdi. Okurdum, aferin derdi, çok sevinirdi. Hoşuna giderdi. Hadi bir daha derdi. Birkaç senede Arabcayı öğretdi, Fârisîyi de öğretdi. Hem Arabî, hem Fârisî öğretdi. Ondan işitdiklerim aklımdan çıkmıyor. Başka şeyleri unutabiliyorum, fakat efendiden işittiklerimi hiç unutmuyorum.
Mürşid olgun, mürid uygun olunca, ya’nî Mürşid, kamil ve mükemmil (kemale erdirebilen), müridde de muhabbet ve istidat olunca, senelerin işi sâatlere ve saniyelere döner. Mürşid-i kamilin bir bakışı yeter. Diğer ilmlerde de aynı kaide vardır. Hoca, mahir ve müşfik olursa, talebe de zeki ve çalışkan olunca öğrenilmeyecek hiçbir ilm yoktur. Efendi hazretleri bize hususi emek verirdi, hususi birşekilde ilgilenirdi. Abdülhakim efendi hazretlerine her gittiğimde yanına oturturdu, elini elime verirdi, cebinden kağıt çıkarırdı, yazar yazar, “Al bunu oku” derdi. Okurdum, okuyamazdım, yanlış okurdum, gülerdi mübârek. Kendisi düzeltir, öğretirdi. Ders vermeğe başlamadan bir müddet, sadece elini tutturup sıktırmıştı.
İlk gitdiğim sıralarda, odada kimse yokken, beni alırdı yanına, sandalyeye otururdu mübârek, beni de yanındaki sandalyeye oturturdu. Elini uzatırdı, “Tut elimi” derdi. Tutardım. “Sık” derdi. Elini sıkardım. Sıkardım… “Daha sık, daha sık” derdi. Bir müddet sonra bakardım ki gözlerini kapamış, uyudu zannederdim, gevşetirdim elimi, çünki yorulurdum. Tam elimi gevşetirken gözlerini açar, “Sık” derdi. Bu şekilde, bir sene hep elini sıkdırdı bana. Kim bilir? Onların bütün vücudları zikr edermiş, Evliyânın bütün zerreleri zikr edermiş. Mektûbatda var bu. Bütün zerreleri zikr eder diye yazılı. Biz bunu sonradan öğrendik, Seadet-i Ebediyeye de yazdık bunu. Elini sıkdırıyor ki, o zikr benim kalbimede sirayet etsin diye.
Bir sene sonra ders okutmaya, arabca öğretmeye başladı bana. Millet bahcede namaz vaktini beklerdi. Daha yarım saat varken, Mübarek beni içeriye odaya alırdı, Arabî öğretirdi, sarf-ı nahiv öğretirdi. Cebinden kağıt kalem çıkarır kendisi yazardı yazardı mübârek, bana verirdi, al bunları oku ezberle derdi. Evvela kendi okurdu, okurken ben hareke koyardım, hemen giderken yolda, tramvayda, ezberlerdim. Ertesi gün gidince ne yapdın derdi, ezberledim efendim derdim. Oku bakayım derdi. Bir okurdum, aman ne hoşuna giderdi mübareğin. Hadi bakalım sana yeni ders vereceğim derdi. Böyle arabi, fârisî öğretdi. Yoksa O kitâbların ismini bile bilmiyordum. Okumak şöyle dursun, böyle şeyler varmıymış, yokmuymuş haberimiz yoktu. Hatta türkçe kitâbları bile Ondan öğrendim. Malumat-i Nafia diye bir kitâb vardı, al oku bunu fâidelidir buyurdu. Biz onu şimdi bastırdık. Bir numaralı kitâbımız oldu, isminide “Fâideli bilgiler” koyduk. Efendi hazretleri tavsiye etti bize onu. Hep Efendi hazretleri’nin methetdiği, tavsiye etdiği kitâbları bastırdık. O büyüklerin ismini bile söylemek kârdır. “İnde zikrissalihin tenzilürrahme”, hadîs-i şerîf bu. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi vesellem ne buyuruyor, Allahü teâlânın sevdiklerinin, Evliyâlarının ismi bir yerde söylenirse oraya rahmet yağar.
-devamı var-