-HAYATINDAN KESİTLER-
Yıldızları takması ve bazı mühim müjdeler alması:
-1-
1993 senesinin şubat ayının 6 sında (14 şaban 1413) Berat kandili vesilesiyle, Fatih’deki seadethanelerine, kandil ziyareti için gittiğimizde, huzurlarıyla şereflenme seadetine kavuşmuştuk. Mübarek Hocamız o gün buyurdular ki; Abdülhakim Efendi hazretlerini tanımak, Allahü tealanın bana en büyük lûtfu olmuştur. O’nun yanında dünyayı unuturduk. Ömrümün en zevkli dakikaları O’nunla beraber olduğum zamanlardır. Bana çok müjdeler verdi. Mesela; Ben evleneceğim zaman, Efendi hazretleri’ne, Ben evlenmek istiyorum dedim. Efendi Hazretleri de “Kiminle evleneceksin” buyurdu. Ben de, “Siz kimi emr ederseniz, onunla” dedim. Efendi hazretleri sevindi. “Öyleyse sen Ziya Beyin kızıyla evlen” buyurdu. Bu benim için bir müjde oldu. Çünki Ziya beye hususi sevgisi vardı. Herkes en çok Ziya beyi sevdiğini bilirdi. Hatta bir gün Efendi Hazretleri ellerini kaldırdı, “Yâ Rabbi Ziya kulunun bana yapdıklarına karşılıkda bulunamıyorum. Onun mükafatını sen sonsuz rahmet hazinelerinden ver. Onu sana havale etdim” diye düâ etdi. Biz evlendikten sonra, Efendi Hazretleri bizim hanıma, “Hilmi’den memnunmusun” buyurdu. Bizim hanım da, memnunum dedi. Efendi Hazretleri; “Sen benim hem kızımsın, hem gelinimsin” buyurdu. Bu da benim için çok büyük bir müjde oldu. Sen benim gelinimsin ne demek? Hilmi benim oğlumdur demek. Bu sözün ma’nâsı budur. Ben bu müjdeyi aldım, elhamdülillah. Bunlar yadigar haberler. Bunları kitâblar yazmaz, kimse de bilmez. Elhamdülillah, çok büyük müjde aldım Efendiden. Bir müjde de, daha önce almışdım. 1932’de eczacı subayı çıkdım. Yıldızları takdım, sırmalı elbise giydim. (Sırmalı elbise vardı o zemân, şimdi yok. Sırma ve yıldızlar yakaya takılırdı, şimdi sadece omuza takılıyor). Sırmanın üzerindeydi yıldızlar. Yeni elbiseleri giydim, doğru Efendi hazretleri’ne gittim. Yirmibir yaşındaydım o zemân. Gitdim bakdım câminin önünde oturuyor. Yanına oturdum. Hiç sesini çıkarmadı mübârek. Hasır bir koltukda oturuyordu, bende yerde oturdum. Kimse yokdu başka. Câmi’nin sofasında, Efendi hazretleri’ne hizmet eden Şakir efendi vardı sadece. Şakir efendi kim biliyormusunuz.. Efendi hazretleri Vandan İstanbul’a hicret ederken çok sıkıntı çekmişler. 1919 da, Birinci cihan harbinin sonlarında, Ermeniler birçok müslimânları kesmişler. Ermeniler, Ruslardan aldığı silahlarla müslümân köylerini basmışlar. O zaman Efendi hazretleri, yüzelli kişilik kafilesini alarak hicret için yola çıkıyor. Evvela Iraka, Musula, Musuldan Adanaya, Adanadan Eskişehire, Eskişehirden de İstanbul’a geliyor mübârek. İstanbul’a gelene kadar otuz kişi kalmışlar. Yaya olarak, aç, susuz. Para yok. Ne sıkıntı çekmişler. Efendi hazretleri İstanbul’a gelirken Eskişehirde de kalmış. Abdülhakîm askerdeyken, Eskişehire gitdim. Eskişehirde bir câmiye gitdim. (Kurşunlu câmi’ine). Yaşlı birisine sordum. Abdülhakîm efendi hazretleri bu câmiye de geldi mi dedim. Bu câmi’de kaldı. İşte şu odalarda kalıyorlardı dedi. Hatta, oğlu Enver vardı. Burada vefat etdi. Cenazeyi kaldıracak paraları da yokdu. Sabahleyin cemâ’at gelsin de, cenazeyi kaldırsın diye sabaha kadar oğlunun başında bekledi. Çok sıkıntılar çekdi. Hiçbir baba, onun yapdığını yapamaz dedi. Ermeniler çok müslimân kesmişler o zaman. Oğlu Mekki efendi anlatırdı, “Hicret ederken gencecik kadınlar, çocuklar yürüyorlar. Dinlenmek yok, arkadan ermeniler kovalıyor. Kadınlar, çocuklarını taşıyamaz hale gelip, bir ağaç altına bırakıp yoluna öyle devam edermiş. Kadınların elinde, kucağında, karnında 7-8 tane çocukları var. Eşya da var. Yorulunca eşyaları atıyorlar, çocuklarını da taşıyamaz duruma gelince, arkadan gelen daha güçlü birileri alsın diye bazı çocuklarını ağaç altına mecburen bırakırlarmış, bırakmazlarsa zaten kendileri de ve diğer çocukları da ölecek.. Hep böyle ağaçların altında, kundakda veya bir iki yaşında yatan çocuklar görürdük diyor. Anaları kucağında taşımış çocuğunu, fakat oraya gelinceye kadar yorulmuş kadın. Çocuğu taşıyacak hali kalmamış. Çocuğu götürse kendisi düşüp bayılacak. Mecbur oluyor, böyle ağacın altında bırakıyor” diyordu. Önceki gidenlerden birinin ağaç altına bırakdığı bir çocuğu Efendi hazretleri bulmuş, acımış, yanına almış, getirmişler İstanbul’a. İşte Şakir efendi o kişi. O Şakir efendi, Efendi hazretleri’ne hizmet ederdi. 1932 de onbeş yaşındaydı o zamân.
-devamı var-