Abdullah-ı Dehlevî “kuddise sirruh”, onu talebeliğe kabul etti. Abdullah-ı Dehlevî’nin huzûrunda beş ay çalışıp sohbetleri ve nazarlarıyla büyük velîlerden olmak saadetine erişti. Huzûr ve müşâhede makamına kavuştu. Vilâyet-i kübrâ hâsıl oldu. Müceddidiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye yolunda kemâle geldi. Abdullah-ı Dehlevî’nin kalbindeki bütün Esrâra (mânevî üstünlüklere) mazhar oldu, kavuştu.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî “kuddise sirruh” hazretleri, irşâda (insanlara hak yolu gösterip, dünyâ ve âhıret saadetine kavuşmalarına çalışmak) başladığı günlerde, Bağdat vâlisi Sa’îd Paşa, ziyâretlerine geldi. Birçok âlimin sessiz, başları önüne eğik, hizmetçiler gibi edeble huzûrunda oturmuş olduklarını gördü. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin heybetini görünce, diz çöküp titremeğe başladı. Mevlânâ Hâlid’in celâl hâli gidince, Sa’îd Paşa’nın titremesi geçti ve dua istedi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri ona dua edip; “Kıyâmette, herkes kendi nefsinden suâl olunur. Sen ise nefsinden, yanî kendinden ve emrin altında olanların hepsinden suâl olunursun. Hak teâlâdan kork! Çünkü, senin için önünde öyle bir gün vardır ki, o günün korku ve dehşetinden evlâdına süt veren analar, evlâdını unuturlar. Hâmile olanlar, korkudan vakitsiz doğururlar. İnsanları sarhoş görürsün. Onlar sarhoş değil, ancak Allahü teâlânın azâbı çok şiddetlidir” deyip, nasihat buyurunca, Sa’îd Paşa yine titremeğe başladı ve yüksek sesle ağladı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinden sayılamıyacak kadar kerâmet görüldü. Hâlleri ve kerâmetleri dilden dile dolaşıp her yere yayıldı.
Bağdat’ta iken Hâcı Mahmûd Efendi isminde, servet sahibi, kendisine bağlı bir talebesi vardı. Bu zât, Mevlânâ Hâlid’in şerefli hânegâhlarına ve diğer yerlere kendi eliyle yüzbin kuruş harcayıp borçlanmıştı. Birgün Mevlânâ Hâlid’in huzûrlarına gidip; “Efendim, borcumun çokluğundan dışarı çıkmağa yüzüm kalmadı” deyince, Mevlânâ Hâlid (rahmetullahi aleyh) buyurdular ki: “Bir ay sabret.” O, bunun üzerine; “Aman efendim, sabra takatim kalmadı” diyerek iki defa tekrarladı. Bu tekrar çok yakınlığından ve samimiyetinden idi. Mevlânâ Hâlid de (rahmetullahi aleyh); “Mademki öyle, kaldır şu hasırı istediğin kadar al” buyurdu. Mahmûd Efendi de hasırı kaldırdı ve altında bir altın gördü. Altını aldı, başka bir altın gördü ve böylece her aldığı altının yerinde yeni bir altın gördü. Yüzbin kuruş tamamlanıncaya kadar bu işe devam etti. Mahmûd Efendi bu kerâmeti görünce, Mevlânâ Hâlid’in ellerini öptü.
-devamı var-
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi