Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî “kuddise sirruh”, bir sohbeti sırasında talebelerine ve sevenlerine buyurdu ki:
“Size önemle sünnet-i seniyyeye yapışmanızı; câhiliye âdetlerinden ve pek aşağı olan bid’atlerden sakınmanızı; gösterişe kapılmamanızı; halktan, bedeni beslemeye çok ehemmiyet verenlere, kendilerinden bir şey beklemek sûretiyle makam ve mevkî sâhipleri ile görüşmeyi terk etmenizi tavsiye ederim. Çünkü bu şekilde onlarla görüşmek, onların lekelendiği şeylerle sizin de lekelenmenize sebeb olur. Yapmak mecburiyetinde olduğunuz iki bozuk işle karşılaştığınızda en hafif olanını yapmak lâzımdır. Devlet reislerine dil uzatmayınız, onların iyilikleri için duâ ediniz. Çünkü onların iyiliği, sizin iyiliğinize vesîle olur. Şunu iyi biliniz ki, sizin bana en sevgiliniz; dünyâ ehline alâkası en az olanınız, başkasına yük olmayanınız, fıkıh ve hadîsle meşgûl olanınızdır.”
Allahü teâlânın bir kimseye lütuf ve ihsânda bulunması, o kimsenin insanlar ve cinlerin ameli kadar ameli olmasından hayırlıdır. Ancak Allahü teâlânın fadl ve ihsânına tama’, ibâdetleri terke sebep olmamalıdır. Kalb zikrine ve murâkabeye devam et. Bunlarda gevşek olma. Yürürken bile olsa bunlara devam et. Bu yolun büyüklerinin rûhâniyetlerine sarıl. İlim ve Kur’ân-ı kerîm ehline itibâr eyle. Mümkün olduğu kadar Kur’ân-ı kerîm okumakla meşgul ol. Fıkıh ilmi ile çok meşgul ol. Kalbî huzûru muhafaza etme düşüncesi seni bundan alıkoymasın. (Eğer kaza borcun yoksa) teheccüd, işrâk, duhâ, evvâbîn namazlarına devam et. Devamlı abdestli ol. Az uyu, “Sübhânallahi ve bi hamdihî adede halkihî ve rıdâe nefsihî ve zinete arşihî ve midâdi kelimâtihî” duasını üç defa oku. Mevcutla kanâat eyle. Çok çalış. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin mübârek yoluna uy.”
Bizlere her ni’meti gönderen ve en büyük ni’met olarak müslüman yapmakla şereflendiren ve Muhammed aleyhisselâma ümmet kılmakla kıymetlendiren Allahü teâlâya hamd ve şükr olsun! İyice düşünmeli, anlamalıdır ki, herkese her ni’meti gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Herşeyi var eden, ancak O’dur. Her varlığı, her an varlıkta durduran hep O’dur. Kullardaki üstün ve iyi sıfatlar, O’nun lütfu ve ihsânıdır. Hayâtımız, aklımız, bilgimiz, gücümüz, görmemiz, işitmemiz, söyleyebilmemiz, hep O’ndandır. Saymakla bitirilemeyen çeşitli ni’metleri, iyilikleri gönderen O’dur. İnsanları güçlüklerden, sıkıntılardan kurtaran, duaları kabul eden, derdleri, belâları gideren O’dur. Rızkları yaratan, ulaştıran yalnız O’dur. İhsânı o kadar boldur ki, günah işleyenlerin rızkını kesmiyor. Günahları örtmesi o kadar çoktur ki, emrini dinlemeyen, yasaklarından sakınmayan azgınları, herkese rezîl ve rüsvâ etmiyor, namus perdelerini yırtmıyor. Affı ve merhameti o kadar çoktur ki, cezayı ve azâbı hak edenlere azâb vermekte acele etmiyor. Ni’metlerini, ihsânlarını, dostlarına ve düşmanlarına saçıyor. Kimseden birşey esirgemiyor. Bütün ni’metlerinin en üstünü, en kıymetlisi olarak da, doğru yolu, saadet ve kurtuluş yolunu gösteriyor. Yoldan sapmamak, Cennet’e girmek için teşvik buyuruyor. Cennet’teki sonsuz ni’metlere, bitmez tükenmez zevklere ve kendi rızâsına, sevgisine kavuşabilmemiz için, sevgili Peygamberine uymamızı emrediyor. İşte, Allahü teâlânın ni’metleri güneş gibi meydandadır. Başkalarından gelen iyilikler, yine O’ndan gelmektedir. Başkalarını vâsıta kılan, onlara iyilik yapmak isteğini veren, onlara iyilik yapabilecek gücü, kuvveti veren yine O’dur. Bunun için, her yerden, herkesten gelen ni’metleri gönderen hep O’dur. O’ndan başkasından iyilik, ihsân beklemek, emanetçiden, emanet olarak birşey istemeğe ve fakirden sadaka istemeğe benzer. Bu sözlerimizin, yerinde ve doğru olduğunu, câhil olanlar da, âlimler gibi; kalın kafalılar da, zeki, keskin görüşlü olanlar gibi bilir. Çünkü, anlatılanlar, meydanda olan, düşünmeğe bile lüzum olmayan bilgilerdir.
İnsanın, bu ni’metleri gönderen Allahü teâlâya, gücü yettiği kadar şükretmesi, insanlık vazîfesidir. Aklın emrettiği bir vazîfe, bir borçdur. Fakat, Allahü teâlâya yapılması lüzumlu olan bu şükrü yerine getirebilmek kolay bir iş değildir. Çünkü insanlar, yok iken sonradan yaratılmış, zaîf, muhtaç, ayıblı ve kusurludur. Allahü teâlâ ise, hep var, sonsuz vardır. Ayıblardan, kusurlardan, uzaktır. Bütün üstünlüklerin sahibidir. İnsanların Allahü teâlâya hiçbir bakımdan benzerlikleri, yakınlıkları yoktur. Böyle aşağı kullar, öyle bir yüce Allah’ın şânına yakışacak bir şükür yapabilir mi? Çünkü, çok şey vardır ki, insanlar onları güzel ve kıymetli sanır. Fakat Allahü teâlâ, bunları kötülük bilir ve beğenmez. Saygı ve şükür sandığımız şeyler, beğenilmeyen, bayağı şeyler olabilir. Bunun içindir ki, insanlar, kendi kusurlu akılları, kısa görüşleri ile, Allahü teâlâya karşı şükür ve saygı olabilecek şeyleri bulamaz. Şükretmeğe, saygı göstermeğe yarayan vazîfeler, Allahü teâlâ tarafından bildirilmedikçe, övmek sanılan şeyler, kötülemek olabilir.
İşte, insanların Allahü teâlâya karşı, kalb, dil ve beden ile yapmaları ve inanmaları lâzım olan şükür borcu, kulluk vazîfeleri, Allahü teâlâ tarafından bildirilmiş ve O’nun sevgili Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından ortaya konmuştur. Allahü teâlânın gösterdiği ve emrettiği kulluk vazîfelerine; “İslâmiyet” denir. Allahü teâlâya şükür, O’nun Peygamberinin getirdiği yola uymakla olur. Bu yola uymayan, bunun dışında kalan hiçbir şükrü, hiçbir ibâdeti Allahü teâlâ tarafından kabul edilmez, beğenilmez. Çünkü insanların, iyi güzel sandıkları çok şey vardır ki, İslâmiyet, bunları beğenmemekte çirkin olduklarını bildirmektedir.
Demek ki, aklı olan kimselerin, Allahü teâlâya şükretmek için, Muhammed aleyhisselâma uymaları lâzımdır. O’nun yoluna “İslâmiyet” denir. Muhammed aleyhisselâma uyan kimseye, “Müslüman” denir. Allahü teâlâya şükretmeğe yanî Muhammed aleyhisselâma uymağa “İbâdet etmek” denir. İslâmiyet iki kısımdır: 1- Kalb ile i’tikâd edilmesi, inanılması lâzım olanlar. Bunlara “Üsûl-i dîn” denir. 2- Beden ile ve kalb ile yapılacak ibâdetler. Bunlara “Fürû-i dîn” veya “Ahkâm-ı islâmiyye” denir.”
-devamı var-
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi