Evliyânın meşhûrlarından, büyük İslâm âlimi. Hicrî ikinci bin yılının müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğludur. İnsanları Hakk’a davet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine; “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin yirmidördüncüsüdür.
Muhammed Ma’sûm “kuddise sirruh” hazretleri, bu ümmette gelmiş olan en yüksek evliyâdandır. O doğduğu zaman babası; “Muhammed Ma’sûm’un dünyâya gelişi, bizim için çok bereketli ve pek mübârek oldu. Onun doğmasından bir kaç ay sonra yüksek hocamın (Muhammed Bâkî-billah’ın) huzûruna kavuştum (Ona talebe oldum). Gördüklerimi orada gördüm” buyurmuştur. Daha üç yaşında iken, tevhîd kelimesini söylerdi. Kur’ân-ı kerîmi üç ayda ezberledi. İlim tahsîl ettiği sırada, onbir yaşında iken, zikir ve murâkabe yolunu babasından aldı.
O daha küçük iken, babası onda tam bir olgunluk ve irşâd eserleri gördü. İstidâdının yüksekliğini anlayınca teveccüh ve nazarları ile ona yönelip, istidâdının altında gizli olan kemâlâtın açığa çıkmasını bekledi. Buyurdu ki: “Hâl, ilimden sonra olduğu için, ilim okumaktan başka çâre yoktur.” Bu sebeple oğluna aklî ve naklî ilimleri okutmağa başladı. En zor ve en derin kitapları satır satır, yaprak yaprak okumasını emretti. Böylece Muhammed Ma’sûm hazretleri, ilim tahsîline başladı. İmâm-ı Rabbânî hazretleri ona buyururdu ki: “İlim tahsîlini çabuk bitir ki, seninle büyük işlerimiz vardır.” Daha ondört yaşında iken babasına; “Ben kendimde öyle bir nûr görüyorum ki, bütün âlem güneş gibi ondan aydınlanmaktadır. Eğer o nûr sönerse dünyâ karanlık, zulmetli olur” diye arzedince, babası ona; “Sen zamânının kutbu olursun” buyurarak müjde vermiştir. Nitekim daha sonra bunu kendisi şöyle belirtmiştir: “Allahü teâlâya hamdü senâlar olsun. Va’d edilen ele geçti. Babamın müjdelediklerine kavuştum.”
İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” hazretleri ömrünün son günlerinde onu husûsî odasına çağırıp buyurdu ki: “Benim bu dünyâya bağlılığım yalnız bu kayyûmluk vazîfesi ve muâmelesi sebebiyle idi. Devamlı teveccühlerden sonra o sana verildi. Bütün mahlûkât tam bir şevk ile yüzünü sana dönüyor. Şimdi bu fânî dünyâda kalmak için sebep bulamıyorum. Bu denî (kötülüklerle dolu) dünyâdan göç etmem yaklaştı.” Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Bu fakîr, bu gizli müjdeyi duyduğum hâlde kalbim parçalandı. Gözlerim yaşla doldu. Büyük bir elem ve üzüntü ile kendimden geçtim. Ne dilimde konuşacak kuvvet, ne kulağımda dinleyecek kudret kaldı. Bendeki bu değişmeyi görünce, şefkat ve merhametinin çokluğundan bir müddet daha yaşayacağını işâret edip, şöyle buyurdu: “Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki; birini kendine çağırır, diğerini onun yerine oturtur.”
-devamı var-
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi