ŞECÂAT SÂHİBİYDİ
Hazret-i Ömer der ki: (Bir ömür müddetince,
Ne kadar sevâb ecir kazandıysam bir nice,
“Sıddîk”ın, bir sâatlik ibâdetiyle, hemen,
Değişirim hepsini, hiç tereddüt etmeden.
Çünkü Resûl-i ekrem, âhırete göçünce,
Arab kabîleleri, mürted oldu hemence.
Varıp Ebû Bekir’e, durumu eyledim arz.
Dedim: “Bu mürtedlere, mühlet tanısak biraz“.)
Benim bu teklîfimi, o, kabûl etmeyerek,
Şöylece cevap verdi, hem de celâllenerek:
(Yâ Ömer, hamd olsun ki âlemlerin Rabbine,
Bu “din“, tamâmlanmış ve ermiştir kemâline.
Allahü teâlâ da, bunu haber vermiştir,
“Size, nîmetlerimi tamâmladım” demiştir.
Şimdi, gayret lâzımdır dînin selâmetine,
Göz yummak doğru olmaz, kuvvet kaybetmesine.
Ben bunu te’mîn için, ederim sa’y-ü gayret.
Vermem o mürtedlere, ne fırsat, ne de mühlet.
Onlarla “cihâd” için, geçirmem bir gün bile.
Kılıçtan başka şeyle konuşmam onlar ile.)
Hâlbuki o, “halîm ve yumuşak”tı mîzâcen.
Şefkat ve merhametli bir kişiydi esâsen.
Lâkin münâfıklara, “şiddetli” idi gâyet.
Çekti hemen kılıcı, etmedi hiç merhamet.
O azgın mürtedler ki, karşı geldi Allaha.
Onlara “sert” davranıp, etmedi müsâmaha.
Hem konuşmaya bile, hiç lüzûm görmeksizin,
Sıyırdı kılıcını, vakit geçirmeksizin.
Yine o gün toplayıp, eshâbın her birini,
Bir hutbe okuyarak, verdi “Cihâd” emrini.
Hattâ Hazret-i Ömer, o kadar şiddetiyle,
Onun şecâatine, hayret etti o bile.
Yine Hazret-i Sıddîk, vaktâ ki etti îmân,
Resûl-i müctebâ’ya arz etti hemen o an.
Dedi: (Yâ Resûlallah, arkadaşlarım da var.
Getireyim, onlar da îmâna kavuşsunlar.)
Peygamber Efendimiz, (İyi olur) deyince,
Onların yanlarına, koşup gitti hemence.
Osmân, Talha ve Zübeyr, Sa’d bin ebî Vakkâs.
Abdurrahman bin Avf’la, eyledi o gün temas.
Onlar suâl etti ki Hazret-i Ebû Bekr’e:
(Sen îmân eyledin mi bu gelen Peygambere?)
Dedi ki: (Ben inandım, îmân edin siz dahî.
O, Allah tarafından Peygamberdir Vallahi.)
Dediler ki: (Mâdem sen, îmân ettin şüphesiz.
Öyle ise biz dahî, ona îmân ederiz.)
O beş arkadaşını, götürdü o Resûl’e.
Hepsi îmân ettiler, onun vesîlesiyle.