AY VE GÜNEŞ MİSÂLİ
“Peygamber-i zîşân“la, Hazret-i “Ebû Bekir“,
Birlikte, Medîne’ye hicret eylemişlerdir.
Medîne’ye varmadan, bir mahâle geldiler.
Bir hurmalık içinde, oturup dinlendiler.
Bu haber, Medîne’de, ulaşınca millete,
Halk, sevinçle koşarak, geldiler ziyârete.
“Güneş” ve “Ay” misâli, iki kişi gördüler.
Hangisi Peygamberdir? Ayırt edemediler.
Hazret-i “Ebû Bekir“, halkı karşılıyordu.
Onlarla konuşuyor ve hizmet ediyordu.
Allahın Sevgilisi “Hazret-i Peygamber” de,
Sessiz ve vakar ile, otururdu o yerde.
Az sonra güneş çıkıp, yükselince nihâyet,
Isı ve harâreti, fazlalaştı be gâyet.
Hazret-i Ebû Bekir, ridâsını, üstünden,
Çıkarıp, o Resûl’e “gölgelik” yaptı hemen.
Ziyârete gelenler, görünce böyle onu,
Bildiler, “Peygamber“in hangisi olduğunu.
Yine bir gün Cibrîl’i, Hirâ’da, ilk olarak,
Görünce, ürpermişti elinde olmıyarak.
Ayrılıp, aceleyle, şehre indi o yerden.
Hazret-i Hatîce’nin yanına geldi hemen.
Dedi ki: (Ebû Bekr’i, çağır da bir aralık,
Bulayım onun ile bir sükûnet, râhatlık.)
Hazret-i Ebû Bekir, hiç vakit geçirmeden,
Gelip suâl edince, hâlini o Resûl’den,
Buyurdu: (Yâ Ebâ Bekr, bugün Hirâ dağında,
Bir kimseyi gördüm ki, tam ibâdet ânında,
Gâyet heybetli olup, havada duruyordu.
Kırmızı yâkuttan bir tahtta oturuyordu.
Melek miydi, cin miydi, birşey anlayamadım.
Korkup, Hatîce ile, sana haber yolladım.)
Hazret-i Ebû Bekir, dedi ki cevâbında:
(Yârın Hatîce’yi de, götürüver yanında.
O şahıs yine sana görünürse, o zaman,
Hatîce’ye söyle de, başını açsın o an.
Hatîce’nin saçına, bakar ise o eğer,
Bil ki, la’în “şeytân”dır, ona hiç verme değer.
Yok eğer bakmaz ise, o zaman mübârektir.
“Cebrâil” ismindeki, çok ulu bir “melek“tir.)
Böylece ertesi gün, o Server-i enbiyâ,
Hazret-i Hatîce’yi, alıp gitti Hirâ’ya.
Yine taht üzerinde, görününce o birden,
Hatîce vâlidemiz, başını açtı hemen.
O, başını çevirip bakmayınca, bildi ki,
Gördüğü, “şeytân” değil, “melek“tir elbette ki.
Hazret-i “Ebû Bekr“in îkâziyle, o gece,
O Server, endîşeden halâs oldu böylece.