YÂ RESÛLALLAH, SALÂT !
Üç gün kalmış idi ki, vefâtına Resûl’ün,
Hastalığın şiddeti, artmış idi büsbütün.
Öyle ki, çıkamadı mescide en nihâyet.
Namâz kıldıramadı, eshâbına bir müddet.
İlk gelmediği vakit, “Yatsı namâzı” idi.
Ve Bilâl-i Habeşî, yine eskisi gibi,
Resûl’ün kapısına gelerek yine bizzât,
Şöyle nidâ etti ki: (Yâ Resûlallah! Salât!)
Peygamber Efendimiz, duyduysa da Bilâl’i,
Lâkin çıkıp gitmeye, hiç yok idi mecâli.
Rivâyet edilir ki Hazret-i Âişe’den:
O vakit, hastalığı ağır idi gerçekten.
Bana buyurdular ki: (Söyleyin Ebû Bekr’e.
Eshâbıma, namâzı o kıldırsın bu kere.)
Dedim ki: (Anam-babam, cânım sana fedâdır.
Babamın şu aralar, çok üzüntüsü vardır.
O seni, makâmında görmezse varıp şâyet,
Ağlamaktan, kırâat edemez hiçbir âyet.
Emir buyursanız da, Ömer ibn-il Hattâb’a,
İmâm olup, namâzı o kıldırsa eshâba.)
Tekrâr buyurdular ki, Resûl aleyhisselâm:
(Ebû Bekr’e söyleyin, eshâba olsun imâm.)
Bilmecbûrî giderek, Hazret-i “Ebû Bekr“e,
Resûl’ün bu emrini, ilettiler bu kere.
Alınca bu haberi, Hazret-i Ebû Bekir,
Dedi: (Resûl’ün emri, baş göz üzerinedir.)
Bir heyecân içinde, geçiverdi mihrâba.
Baktı ki, yerinde yok o Resûl-i müctebâ.
Kalbinden vurulmuşa döndü üzüntüsünden.
Aklı gidecek gibi oldu hem bu hüzünden.
Ağlayıp, gözlerinden başladı yaş akmaya.
Onu görüp, eshâb da başladı ağlamaya.
Allahın Resûl’ü de, buna vâkıf oldular.
Güçlükle, eshâbının arasına vardılar.
Şöyle buyurdular ki, onlara en nihâyet:
(Allahü teâlâya, ettim sizi emânet.
Takvâ üzere olup, korkun Hak teâlâdan.
Artık ayrılıyorum yakında bu dünyâdan.)
Hazret-i Ebû Bekir, geçerek imâmete,
Onyedi vakit namâz, kıldırdı cemâate.
Bir gün Resûl-i ekrem, vücûdunda hafîflik,
Hissedip, yardım ile, mescide gelmişti ilk.
Hazret-i “Ebû Bekir“, görünce Peygamberi,
Sevinip, istedi ki, çekilsin kendi geri.
Lâkin Peygamberimiz, işâret ile ona,
(Yerinde dur!) diyerek, teşrîf etti yanına.
Hazret-i Ebû Bekr’in, sol yanında durarak,
Kıldırdı o namâzı, eshâba son olarak.