DEVENİN ŞEHÂDETİ
Resûlullah, eshâbla bir yerde durur iken,
Yanlarına, develi bir köylü geldi birden.
Ardından, kalabalık bir cemâat geldiler.
O köylüyü, Resûl’e şikâyet eylediler.
Dediler: (Ey Allahın Sevgili Peygamberi!
Bu şahıs, gece gelip çalmış bizim deveyi.
Şu gördüğünüz deve, bizimdir yâni esas.
Geldik ki, hakîkati eyliyelim size arz.
Onu, ondan alarak verirsen eğer bize,
Kavuşmuş olacağız, biz kendi devemize.)
Onlara şöyle suâl etti ki Efendimiz:
(Var mıdır bu husûsta peki bir şâhidiniz?)
(Elbette var) diyerek Allahın Resûlüne,
Onlardan bir kaç kişi, çıktılar biraz öne.
Resûlullah, onları tam dinliyecekti ki,
O köylünün durumu, çok dikkatini çekti.
Zîrâ o, bu husûsta hiçbir şey demiyordu.
Ve aslâ kendisini müdâfâ etmiyordu.
Duruyordu, başını eğivermiş önüne.
Bir şey mırıldanırdı yalnız kendi kendine.
Resûlullah köylüye, sordu: (Sen ne diyorsun?
Ne için sen kendini müdâfâ etmiyorsun?
Bak bunlar diyorlar ki: “Bizim idi bu deve.
O, çalmak sûretiyle geçirmiş onu ele.”
Bu iddiâ doğruysa, deveyi onlara ver.
Eğer doğru değilse, bir şeyler söyleyiver.)
Tam edecek idi ki kendisini müdâfâ,
Devesi dile geldi ve konuştu bu defâ.
Dedi: (Yâ Resûlallah, doğruyu edeyim arz.
Ben, bu şahsın yanında dünyâya geldim esas.
Bu zât beni büyütüp, verdi her gün yemimi.
Ben, hep ona hizmetle geçirdim günlerimi.
Yâni ben, bu kimsenin devesiyim esâsen.
Onların iddiâsı, iftirâdır tamâmen.
Çünkü bu kimseleri, ben hiç tanımıyorum.
Nereden ben onların devesi oluyorum?)
Devenin sözleriyle, onlar mahcûb oldu pek.
Resûlullah o zaman, o köylüye dönerek,
Buyurdu ki: (Ey kişi, söyle bana hemence.
Başını öne eğmiş, ne diyordun az önce?)
Dedi: (Yâ Resûlallah, durumu edeyim arz.
Rabbime yalvararak, eyledim duâ, niyâz.
Dedim: “İftirâ ile karşılaştım yâ rabbî!
Ancak sen biliyorsun bu gerçeği tabii.
Yalnız sen kurtarırsın beni bu iftirâdan.
Habîbin hürmetine, kurtar beni bunlardan”)
Resûlullah, onlara buyurdu: (Dağılınız!
Zîrâ boş ve asılsız çıktı sizin dâvânız.)
İftirâcı kişiler, çok mahcûb ve perîşân,
Olmuş bir vaziyette, ayrıldılar oradan.