Enver abim buyurdular ki;
İnsan ihsânın kulcağızıdır. Herkes kimden iyilik görürse onu sevmeğe başlar.
Mübarek bir zâtın evine hırsız girmiş. Aramış taramış, fakat çalacak birşey bulamamış. Hırsız, birşey bulamadığı için üzüntülü bir şekilde kendi kendine söylenirken, mübarek zât, hırsızın arkasında, hırsıza acele etme, demiş. Hırsız şaşırmış… Mübarek zât, sabah komşular bana tereyağ, bal, gibi yiyecek şeyler getirirler. Onları beraber yeriz. Sonra da para, altın gibi şeyler getirirler, onların da hepsini sana veririm,… ama bir şartım var, sabaha kadar benim dediklerimi yapacaksın, demiş. Hırsız, ne yapacağım, demiş. Mübarek zât; abdest al, sabaha kadar beraber namaz kılacağız demiş. Hırsız ben namaz kılmasını bilmem, hiç kılmadım, demiş. Mübarek zât, olsun, sen benim yaptıklarımı yaparsın, demiş. Böylece, sabah olmuş. Sabahleyin komşular kahvaltılık getirmişler. Mübarek zât; söz verdim, gel bunları yiyelim demiş ve beraber yemişler. Hırsızın karnı doymuş. Sonra yavaş yavaş bir atlı gelmiş, (atından inmeden, uzaktan) babaaa diye seslenmiş, bir kese altını fırlatmış ve bu senin demiş gitmiş. İçinden tam 250 tane altın çıkmış. Mübarek zât, al bunlar senin, sana söz verdim, senin olsun demiş. Hırsız, şaşkınlıkla bakıp bakıp demiş ki; baba ben hırsızım ama sen benden daha büyük hırsızsın. Hatta dünyada senden daha büyük hırsız yok. Sen benim kalbimi çaldın. Artık ben buradan gitmem. Sana burada hizmet edeceğim, demiş.