-HAYATINDAN KESİTLER-
Çarşamba günleri sütlüce sohbetleri:
-3-
Karşıki tepede Yûşâ hazretleri’nin kabri var. İşte tam onun altında Efendi hazretleriyle oturduğumuz ağaçlar var. Orada mübârekle evvela nemâz kılardık. Aşağıda erkekler otururdu. Yukarıda da set üstünde kadınlar otururdu. O set üstü de kadınlara mahsus idi. Yabancı kadınlarda olurdu orada… Bizim rahmetli kayınvalide de orada otururdu. Heybeli adadaki rum mektebinden gelen tahsilli kadınlar vardı dedi. (Rum papazlar, orada okurlar. İstanbul’un en zengin kütübhanesi orasıymış efendim. Süleymaniyeden daha çok kitâb varmış. Hep eski çağlardan kalma rumca, eski romadan kalma. Osmanlılar hiç dokunmamışlar. Bakın Osmanlı medeniyetine. Osmanlının yerine rumlar olsa yağma ederlerdi). Yukarıda, o arada oturan kadınlar bakmış ki aşağıda bir kalabalık var. Herkes birisinin etrafında toplanmış. O birisi birşeyler anlatıyor, diğerleri de dinliyorlar. Merak etmişler, iki üç dâne rum kadını biz de gitsek dinlesek olur mu acaba demişler. Onlarda inmişler aşağıya, Efendi hazretleri’nin yanına gelmişler. Efendi hazretleri kendinden geçmiş, Mektûbât okutuyordu o zaman. Rum kadınlar gelmişler, Efendi hazretleri otururken bunlar da yanı başında ayakta, on onbeş dakika dinlemişler. Çok hoşlarına gitmiş. Sonra çıkmışlar yukarıya, demişler ki; “Çok büyük âlim, çok derin felesof, felesof” demişler. Efendi hazretleri için; “Neler biliyor, neler biliyor, derya” demişler. Kimbilir, mübârek ne anlatıyordu, onlar gelince, onlara göre birşeyler anlatmışlardır. O büyükler kalb mütehassısıdır. Anlarlar, muhataba göre anlatırlar. Efendi hazretleri’nin orada oturmaları gözümün önüne geliyor. Bizim kayınpedere çoğu zaman Şevahid-ün-nübüvve kitâbını okutur, kendisi de izah ederdi. Molla Abdurrahman Câmî hazretleri’nin Şevahid-ün-nübüvve kitâbını bastırmak bize nasîb oldu elhamdülillah. Bizim kayınpederi çok severdi, ona okuturdu, kendileri de izah ederlerdi.
Sohbetten sonra, bazanda balık kebabından sonra, Efendi hazretleri, isteyenler denize girsin diye izin verirdi, müsaade ederdi. Herkes, diğer talebeler edebinden denize girmek için biraz uzağa giderlerdi, Efendi hazretlerinden utanırlardı. Efendi hazretleri yalnız kalırdı. Bizim kayınpeder evden Efendi hazretleri için havluları, hamam takımlarını getirirdi, Efendi hazretleri de denize girerdi. Fekat hizmet etmek için de birisi lâzım. Bana, “sen gel” buyururlardı. Denize beraber girmek için Efendi hazretleri benim elimden tutardı. Efendi hazretleri ile beraber peştemal ile denize girerdik. Orası kumdur, bizim girdiğimiz yer sığ’dı, biraz gider el ele tutuşup kumların üstüne otururduk. Su göğüs hizasına kadar gelirdi. Başımız suyun dışında kalırdı. Vapur geçince, bazan dalga gelince suyun içinde kalırdık. Sular üstümüzden geçerdi. Efendi’nin mübarek sakallarından ip gibi sular akardı. Ben suları alıp Efendi hazretleri’nin sırtını ovardım. Efendi hazretleri ile denize girince, “gel bakalım ders yapalım” derdi. Denizde bile boş vakit geçirmezlerdi. Bir keresinde “İza zülziletil erdı zilzaleha” sûresinin tefsîrini yapdılar. Yarım sâat sürdü. Buyurmuşdu ki; “Su içinde, denizde ders yapmak hoş olur, güzel olur. Çünki Abdülhalîk Goncdüvânî Hazretleri’ne Hızır aleyhisselâm havuzda ders verirdi”. “Abdülhalık-ı Goncdüvânî hazretleri havuzda iken Hızır aleyhisselâm gelir, tesavvufdan bazı ince bilgileri öğretir, zikir telkin ederdi. (Türkistanda deniz yok tabii, büyük havuz var). Onun için denizde bunları okumak, Hızır aleyhisselâmın sünnetidir” derdi. Efendi Hazretleri ile çok güzel vakt geçirdik. Orada yukarıda da Yuşa Peygamberin kabri var. Tabii onun kabri olduğu kat’i değildir. Bazı arabî kitâblarda, onun kabri Nablus şehrindedir diyor. Fekat ne olursa olsun, onun kabri olmasa bile makamı olur. Hiç değilse münasebeti var. Çelebi Mehmed zemânında sadrazam olan Ziya paşa, oradaki mescidi yapdırmış. Müslimânlar da kabrini yapdırmışlar şefaat etsin diye. O zemânın insanları uzunmuş. Uzun bir kabr var orada.
-devamı var-