HARÂM KORKUSU
Hazret-i “Ebû Bekr“in bir hizmetçisi vardı.
Her günkü yemeğini, o alıp hazırlardı.
Yine de soruyordu, her gün o hizmetçiye:
(Bu yemeği, nereden tedârik ettin?) diye.
Bunları, ince ince sorar ve incelerdi.
“Helâl“den olduğunu öğrenip, sonra yerdi.
Buna rağmen bir akşam, getirdiği yemekten,
Bir lokma yemişti ki bir şey suâl etmeden,
Arz etti hizmetçisi: (Hep suâl ederdiniz.
Bugün, bir şey sormadan, hemen yiyiverdiniz.)
Buyurdu ki: (Haklısın, acıkmıştım bugün pek.
Öyleyse şimdi söyle, nerden geldi bu yemek?)
Dedi ki: (Câhiliyye devrinde, bâzı kere,
Raksedip oynar idim bir kısım kimselere.
Yine bir gün, bir yerde, raksedip oynamıştım.
Lâkin karşılığında, bir şey alamamıştım.
Bugün, o kimselerden, gidip aldım paramı.
İşte o para ile, getirdim bu taâmı.)
Hazret-i Ebû Bekir, duyunca bunu ondan,
Elindeki “lokma“yı, bıraktı hemen o an.
Hattâ üzüntüsünden, başladı ağlamaya.
Gözlerinden sel gibi, başladı yaş akmaya.
Ve derhâl boğazına sokarak parmağını,
Çıkardı o yediği lokmanın tamâmını.
Öyle zahmet çekti ki lokmayı çıkarırken,
“Ölecek” zannettiler kendisini bu yüzden.
Dediler ki: (Bir lokma yemektir bu nihâyet.
Değer mi bunun için çekersin bunca zahmet?)
Buyurdu: (Duymuştum ki, Resûl’den ben bir kere:
“Cennet harâm kılındı, harâmdan yiyenlere.”
Bu yüzden çok uğraştım, lokmayı çıkarmaya.
Bunu, tercîh eyledim Cehennemde yanmaya.)
Sonra dedi: (Yâ Rabbî, elimden budur gelen.
Sana sığınıyorum, kaldıysa bir zerreden.
Yâ Rabbî, ben çok zaîf ve çok âciz bir kulum.
Cehennem ateşine, dayanmaz bu vücûdum.)
Yine bir âlim zâta, gelip bâzı ahâlî,
Oturup, kendisine sordular şu suâli:
(Hazret-i Ebû Bekir, dîn-i islâm uğrunda,
Malının tamâmını verdi Allah yolunda.
Hazret-i Ömer ise, yarısını vermiştir.
Böyle yapmalarında, acabâ hikmet nedir?)
Cevâben buyurdu k: (Hazret-i Ebû Bekir,
“Sıdk”, yâni sıddîklığı temsil eylemektedir.
Gereği de şudur ki zîrâ sâdık olmanın,
Tamâmını vermektir, elinde olanların.
Hazret-i Ömer ise, “Adl”in temsilcisidir.
Onun için malının yarısını vermiştir.)