Muhammed Bâkî-billah hazretlerini “kuddise sirruh” kim görse; “Yeryüzünde yürüyen bir meyyite kim bakmak ister ise, Ebû Kuhâfe’nin oğluna, ya’nî Ebû Bekr Sıddîk’a “radıyallahü anh” baksın” hadîs-i şerîfini hatırlardı. Bununla berâber, nazarlarının heybet ve te’sîri duvarlara işlerdi. Gâfiller, kendisini görünce; “Onları görenler Allahı hatırlarlar” hadîs-i şerîfini hatırlarlardı. Hattâ öyle ki; birgün Hindû’ların tarlalarının bulunduğu bir köyden geçiyordu. Orada bulunanların gözleri Muhammed Bâkî-billah hazretlerine takılınca, birbirlerine; “Bu nasıl bir insandır ki, onu görünce Allah hatırımıza geldi” dediler.
Bir zât şöyle anlatmıştır: “Birgün, gelip namaza yetiştim ve Muhammed Bâkî-billah’ın da bulunduğu cemâate dâhil oldum. Her taraf dolu idi. Yalnız Muhammed Bâkî-billah’ın yanı boş idi. Ben, Muhammed Bâkî-billah’ı yakînen tanımıyordum. O boşluğa oturdum. Biraz sonra Muhammed Bâkî-billah’ın heybet ve azametleri kalbime hücum etti. Hattâ ondan bir hayli uzaklaştığım hâlde sükûnet bulamadım. Elimde olmayarak, biraz daha arkaya çekildim. Böylece, öyle bir yere geldim ki, ayağımı biraz daha arkaya götürsem sofadan düşecektim. Bu hâl bana çok te’sîr etti ve o günden sonra, o âriflerin büyüğünün muhlislerinden, sevenlerinden oldum.”
Bütün bu heybeti ile beraber, ızdırabının coşması ve şöhretten kaçarak kendini halkın gözünden düşürmek arzusu ile, yalnız başına sokaklarda ve pazarda dolaşır ve bir duvarın gölgesinde toprağın üstünde otururdu. Bu kendinden geçme ve hayret zamanlarında, dinden kıl ucu kadar ayrılmaz, azîmetle olan amellerinde bir gevşeklik olmazdı. Eğer talebelerinden birinin bir edebi terk ettiğini bilse, zâhirde kızmaz, dile almaz ama yakın oldukları hâlde, bâtınlarını ondan çekerler, ayırırlardı. Ba’zan rü’yâda îkâz eden emirler verirdi. Hatâ ve eksikliklerini talebelerine bu yollarla bildirirdi.
-devamı var-
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi