Muhammed Ma’sûm hazretlerinin “Mektûbât-ı Ma’sûmiyye” adlı eserinden bazı mektuplar:
İyi biliniz ki, namaz dînin direğidir. Namaz kılan bir insan, dînini doğrultmuş olur. Namaz kılmayanın dîni yıkılır. Namazları, müstehap zamanlarda, şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılmalıdır. Bunlar fıkıh kitablarında bildirilmiştir. Namazları cemâatle kılmalı, birinci tekbîri imâm ile birlikte almağa çalışmalıdır ve birinci safta yer bulmalıdır. (Câmiye geç gelip, birinci safa geçmek için, safları yarmak, cemâate eziyet vermek haramdır.) Bunlardan biri yapılmazsa matem tutmalıdır. Kâmil bir müslüman, namaza durunca, sanki dünyâdan çıkıp âhırete girer. Çünkü dünyâda Allahü teâlâya yaklaşmak, çok az nasîb olur. Eğer nasîb olursa o da zille, gölgeye, sûrete yakınlıktır. Ahıret ise, asla yakınlık yeridir. İşte namazda, âhırete girerek, burada nasîb olan devletten hisse alır. Bu dünyâda hasret ve firak ateşi ile yanan susuzlar, ancak namaz çeşmesinin hayat suyu ile serinleyip rahat bulur. Büyüklük ve ma’bûdluk sahrasında şaşırmış kalmış olanlar, namaz gelininin çadır etekleri altında vuslatın (matlûba kavuşmanın) kokusunu duyarak hayrân olurlar. Allahü teâlânın Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Bir mü’min namaz kılmağa başlayınca, Cennet kapıları onun için açılır. Rabbi ile onun arasında bulunan perdeler kalkar. Cennet’te olan hûriler onu karşılar. Bu hâl, namaz bitinceye kadar devam eder.”
Allahü teâlâyı seviyorum diyen kimsenin, Peygamber efendimizi, eshâbının hepsini ve onların yolunda giden İslâm âlimlerini sevmesi ve bunlara benzemeye çalışması lâzımdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma; “Benim için ne işledin.” diye sordukda; “Yâ Rabbî! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim. İsmini çok zikrettim.” deyince; “Yâ Mûsâ, namazların sana burhândır. Oruçların Cehennem’den siperdir. Zekât kıyâmet gününün sıcaklığından koruyan gölgedir. İsmimi söylemen de, kabir ve kıyâmet karanlığında seni aydınlatan nûrdur. Ya’nî bunların fâideleri hep sanadır. Benim için ne yaptın?” buyurdukda, Mûsâ (aleyhisselâm); “Yâ Rabbî! Senin için olan ameli bana bildir!” diye yalvardı. Cenâb-ı Hak: “Yâ Mûsâ! Dostlarımı benini için sevdin mi ve düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi?” buyurdu. Mûsâ (aleyhisselâm) da, Allah için amelin, “Hubb-i fillâh” ve “Buğd-i fillâh” olduğunu anladı.
Günah işleyince, hemen tövbe etmelidir. Gizli işlenen günâhın tövbesi gizli yapılır. Açık işlenmiş günâhın tövbesinin de açık yapılması lâzımdır. Tövbe etmeyi geciktirmemelidir. Kirâmen kâtibîn melekleri, bir günah işlenince, yazmak için üç saat bekler. Bu zamanda tövbe yapılırsa, o günâhı yazmazlar. Tövbe etmezse, o zaman yazarlar. Ca’fer bin Sinân (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Tövbeyi geciktirmek de, ayrıca bir günahtır. Hattâ, işlenen günahdan daha büyük günahtır. (Bundan anlaşılıyor ki, farz namazı özrü olmadan, vaktinde kılmayanın, hemen kaza etmesi lâzımdır. Kazayı geciktirmek, daha büyük günah olur.) Tövbe, hemen yapılmazsa, başka zamanlarda hemen yapmaya çalışmalıdır. Ecel gelmeden önce tövbe etmelidir. Tövbe her zaman kabul olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: “Allahü teâlâ, gündüz işlenen günahlar için, o gece tövbe edilmesini bekler. Gece işlenen günahlar için, ertesi gün tövbe edilmesini bekler.” Vera’ ve takvâya sarılmalıdır. Haramlardan ve şüphelilerden sakınmalıdır.
Büyüklerden biri buyuruyor ki: “İyiliği iyi olan da, kötü olan da yapar. Günahlardan yalnız iyiler sakınır.” Ma’rûf-i Kerhî (rahmetullahi aleyh) hazretleri buyurdu ki: “Harama bakmakdan çok sakınınız!”
-devamı var-
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi