Talebelerinden biri anlattı: “Molla Abdülgafûr isminde, hocamızın büyüklüğüne inanmayan bir kimse vardı ki, değil kendisiyle, bizimle dahî namaz kılmaya tahammül edemezdi. Cuma günleri bile namazını kılar kılmaz câmiden hemen çıkıp giderdi. Birgün câminin kapısında Seyyid Sıbgatullah “kuddise sirruh” ile karşılaştı. Seyyid Sıbgatullah ona; “Molla Abdülgafûr! Sen bizden ne kötülük gördün ki, arkamızdan konuşup gıybetimizi yaparsın?” buyurdu. O da Seyyid Sıbgatullah’ın kolundan tutarak itti ve; “Bunca insanı aldatıp peşinde koşturduğun yetmez mi ki, beni de onların arasına katmak istersin” diyerek itmeye devam etti. Kolunu onun elinden kurtaran Seyyid Sıbgatullah, ona öyle bir celâl ile baktı ki, Abdülgafûr, yıldırım isâbet etmiş çınar ağacı gibi yere yıkıldı. Sonra da kalkıp hocamın elini öpmeye başladı. Bir taraftan da; “Ne olur efendim beni affediniz. Kötü ve yalancı benim. Yaptıklarıma pişman oldum. Sizin büyüklüğünüzü anlayamadım, beni affediniz” diyordu. Daha sonra Abdülgafûr’a; “Ne gördün ki, böyle birdenbire değiştin?” diye sordular. O da; “Gavs bana öyle celalli bakınca, yemîn ederim ki, başım tâ Arşa kadar yükseldi. Sonra tekrar yere düştüm. Gavs’ın büyük kerâmetini gördükten sonra, nasıl pişman olmam?” dedi.
Şeyh Hâlid isminde büyük bir âlim var idi. Şark vilâyetlerinin adliye müfettişliğini yapardı. Tefsîr, hadîs ve fıkıh gibi zâhirî ilimlerde, İbn-i Hacer ve Seyyid Şerîf Cürcânî hazretleri kadar âlim olduğunu iddia ederdi. “Bütün din kitapları ortadan kalksa, bu ilimleri yeniden ihyâ ederim” derdi. İşte bu Şeyh Hâlid, Seyyid Sıbgatullah “kuddise sirruh” hazretlerinin ismini ve nâmını işitmiş, gidip görmeyi kafasına koymuştu. Giderken de bazı zor sorular hazırlayıp sormayı ve onu müşkül durumda bırakmayı düşündü. Şeyh Hâlid geldiğinde, Seyyid Sıbgatullah onu yolda karşıladı, güzelce misâfir edip ağırladı. Sohbet esnasında da Seyyid Sıbgatullah; “Bir kimse bir talebemize şöyle bir suâl sorsa, talebemiz o sorana şu şekilde cevap verir diyerek, Şeyh Hâlid’in gelirken hazırladığı bütün soruları teker teker, pek güzel cevaplandırdı. Son soruyu cevaplandırdığında, Hâlid; “Üstadım! Beni affediniz, tövbe ettim” diyerek ellerine sarılıp öptü. Birkaç gün sonra müfettişlik gibi dünyâ makamlarını terkederek, Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin huzûrunda diz çöktü. Pek çetin riyâzet ve mücâhedeler çekerek nefsini terbiye etmeye başladı. Nefsinin kötülüklerinden kurtulmak için nefsin istediklerini hiç yapmaz, istemediklerini yapardı. Seyyid Sıbgatullah ata binerken, sırtıma basarak binsin diyerek koşar, önünde eğilirdi. Sıbgatullah hazretleri ise, onu bundan men eder, bir daha böyle yapmamasını tenbîh ederdi. Şeyh Hâlid bu ihlâslı hareketleri ile pekçok teveccühlere kavuşarak, evliyâlıkta yüksek makamlar sahibi oldu.
-devamı var-
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi