Enver abim buyurdular ki;
Şah-ı Nakşibend hazretleri bir gün talebesiyle dolaşmaya çıkmış. Bir bahçe yanından geçerlerken, külhanbey biri, siz nasıl benim arazime izinsiz girersiniz diye elindeki kırbaçla talebeye vurmaya başlamış. Öldüresiye talebeyi dövüyor. Şah-ı Nakşibend hazretleri araya girip müdahale etmeye çalışmış, onun şuçu yok dediği halde adam dinlememiş. Adam atın üzerinde imiş. Bu sırada at şaha kalkıyor ve adam düşüyor ama ayağı üzengiye takılı kalıyor. Yere düşmüyor. At koşmaya başlıyor. Adamın kafası taştan taşa çarpa çarpa ölüyor. Sonunda nasıl olduysa, adamın ayağı üzengiden kurtuluyor, at bu sırada çifte atarak adamın ölüsünü nehre gönderiyor. Talebe; bu hal nedir hocam, diye sorunca: Şah-ı Nakşibend hazretleri, talebemize dokunan böyle olur, buyurmuşlar. Bu büyükler talebelerine evlatlarından daha çok düşkündürler.. Dua ederlerken önce talebelerine dua ederler.
Hazret-i Mevlana’yı, zamanın valisi yemeğe çağırır. Mübarek zat da kabul eder ve yola çıkarlar. Konağa gelirler, vali kapıda hürmetle beklemektedir. Mevlana hazretleri, önce talebeler girsin buyurur. Talebeleri tek tek içeri almaya başlar. Oğlu, (Babacığım, bakınız vali bey ayakta sizi bekliyor. Bu iş uzun sürecek, önce siz girseniz de, talebeler nasıl olsa girerler) deyince, (Ey oğul! Ben içeri girince, talebelerden birisi dışarıda kalırsa ne olur? Bu dünyada talebelerini konağa sokamayan, ahirette Cennete nasıl sokar?) der.
ali zeki osmanağaoğlu