Enver abim buyurdular ki;
Dikkat ediyorum; Mübârekler, bizlere sâdece Efendi hazretlerini, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini anlatdılar. Başka hiç bir şey söylemediler. Nemâz ve diğer ibâdetler, hep kendiliğinden tabî’i hâle geldi. Çünki, dünyâ muhabbeti ile âhiret muhabbeti birbirine zıttır. Âhiret sevgisi, âhiret muhabbeti geldikçe, dünyâ sevgisi kalbinden adım adım çıkar. Efendim, bu, gökden gelmez, havadan gelmez. Herşeyin bir sebeble gelmesi lâzım. Büyüklerin kalbi de feyzi veren birer muslukdur. Nasîbi olan alır. Onun için Mübârekler buyurdular ki; “Eğer meyve güneşi görürse tatlı olur. Güneşi görmeyen meyve tatlı olmaz”. Dolayısıyla, mürşid-i kâmili veyâhud da gerçek talebelerini veyâhud da kitâblarını gören, güneşi görmüş gibi istifâde eder, olgunlaşır, tatlı olur. O güneşe kavuşmayan mahrûm kalır. Dolayısıyla, eğer Allahü teâlâ bir kuluna, sevdiği bir kulunu tanıştırırsa, başka hiçbir şey aramağa lüzûm yok. Yeter ki ondan çok istifâde etsin. Çünki, bir anda insan üç-dört musluktan birden içemez. Hiç bir şey alamaz. Aynı, şadırvan çünki. Ya’nî, şadırvan farklı değilse, musluğun değişmesiyle bir şey değişmez.
Bu dünyâda herşey âhiretin görüntüsüdür. Dünyâda ne görüyorsak âhiretin görüntüsüdür. Meselâ, Mübârekler buyurdular ki; “Olmayan birşeyi arayana ahmak denilir efendim”. Olmayan birşeyin peşine düşmüş, onu elde edeceğim diye, onu yakalayacağım diye uğraşıyor… Yok ki.
Bu dünyâda herşey âhiretin görüntüsüdür. Dünyâda ne görüyorsak âhiretin görüntüsüdür. Meselâ, Mübârekler buyurdular ki; “Olmayan birşeyi arayana ahmak denilir efendim”. Olmayan birşeyin peşine düşmüş, onu elde edeceğim diye, onu yakalayacağım diye uğraşıyor… Yok ki.
ali zeki osmanağaoğlu