Enver abim buyurdular ki;
Bandırma İskelesi’nin karşısında Güllü Cami var, cenâb-ı Hak orada birkaç kere nemâz kılmayı da nasîb etdi. Orada Ali efendi diye bir imâm var. Birgün bir arkadaş geldi. Efendim, Bandırma’dan geliyorum, Ali efendi size çok selâm söyledi, Hilmi beği çok seviyorum, bana dua etsin dediğini söyledi. Mübârekler bize sordular; Kardeşim, bu Ali efendi bizi tanıyor mu? Bir akrabalığımız var mı efendim? Buyurdular ki; Hayır efendim yok. O hâlde bizi niçin seviyor? Akrabalığımız, bir yakınlığımız, alışverişimiz de yok. Bizim hizmetlerimizi, da’vamızı seviyor. Ali efendi kendisinin çok mübârek olduğunu belli ediyor. Çünki, Allahü teâlâ bu hizmetleri herkese sevdirmez, her kim seviyorsa, bilsin ki Allah onu seviyor. Hizmetleri sevmek; Rabbim beni seviyor demekdir. Burada insanlar ikiye ayrılıyor. Hizmetleri seven, hizmetleri sevmeyen. O hâlde, Allahü teâlânın bir kulunu sevip sevmediğinin bir işâreti var, o da, Allahü teâlânın dînine hizmet etmek, ehl-i sünneti anlatmak. Bu varsa, Allahü teâlânın o kulunu çok sevdiğinin alâmetidir. Eshâb-ı Kirâm “aleyhimürrıdvân”, evlerini, barklarını, çocuklarını terk etdiler, bir dahâ geri dönmediler. Ne hanımları, ne çocukları; hizmet ve gayretleri varmış. Yetmiş yaşında Ebâ Eyyûb el Ensârî hazretleri İstanbul’a geliyor ve diyor ki; yolda ölürsem son noktaya kadar beni götürün, orada defnedin. O hâlde, iyilik eden kendine eder, kötülük eden kendine eder.
ali zeki osmanağaoğlu