Enver abim buyurdular ki;
Hasip amca vardı. Beylerbeyi’nden her gün erkenden Küçükpazar’da Mekki efendinin ‘rahmetullahi aleyh’ evinin yanındaki dükkanına gelir, akşama kadar bekler, geri giderdi. Bunu hiç aksatmazdı. Halbuki, bazen bir iki müşteri gelir, ayakkabı tamir ettirir, bazen hiç gelmediği bile olurdu. Hasip amcanın dükkanını bir gün belediye yıktı. O da takımını tezgahını topladı ve Beylerbeyi’ne taşıdı. Artık gelemez oldu. Halini merak ettik, birgün ziyaretine gittik. Vapurdan indik, derenin başına doğru uzak yerlere kadar yürüdük. Orada uzakta tek başına bir evdi. Kapıyı çaldık, teyze çıktı. Hasip amca yok mu, dedik. Orada, ceviz ağacının altında, dedi. Baktık ceviz ağacı karşı yamaçta. Biraz aşağıda da tek tük evler başlıyor. Vardık oraya, Hasip amca tezgahı sermiş oturuyor. Hasip amca, bu ne, dedik. Dükkan, dedi. Yani, şimdi buraya müşteri gelecek, tamir yaptıracak, siz de para kazanacaksınız, öyle mi, dedik. Evladım, onu ben bilmem. Çalışmak, sebeplere yapışmak, emirdir. Ben emri yerine getirdim, sebeplere yapıştım, ondan ötesini Allahü teala bilir. Dilerse müşteri gönderir, dilerse göndermez. Rızık veren O’dur. Sebeplerden netice beklemek, küfürdür. Kulun işi, emre uymak ve sebebe yapışmaktır, gerisi O’nun işidir, dedi. Ne tevekkül, ne iman!
ali zeki osmanağaoğlu