Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin Cum’a gününü tebrik eder, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim
ali zeki osmanağaoğlu
Enver abiler her zemân anlatırlardı ki; Hocamızın hayâtını üç kelime ile anlatmak mümkindir: okumak, okutmak ve tatbîk etmek.
Hocamızdan bizzat işitmişdim; 7 yaşımdan beri okuyorum, hâlâ okuyorum, okumadan duramıyorum.
Her zemân Hocamızdan işitirdik, buyuruyorlardı ki; arkadaşlarımız belli zemânlarda, sık sık bir araya toplansınlar kitâb okusunlar, kitâb okumak şartdır.
Yani, mübârek Hocamız ilm öğrenmek ve öğretmek üzerinde ısrârla dururlar, ilm öğrenmenin ehemmiyyetini sık sık anlatırlardı. İlm öğrenmek kadın erkek herkese farzdır buyururlardı. Buyurmuşlardı ki; bir talebe ilm öğrenmek için evinden çıkınca, ilm öğreneceği yere varıncaya kadar melekler onun ayaklarının altına kanadlarını sererler, ya Rabbi bu kulunu afv et diye dua ederler, bu kişiye pek çok sevâb verilir. Ya öğretmek için giderse daha çok sevâb verilir buyururlardı. Boş vakt geçirmenin, mâlâya’nî ile uğraşmanın kötü olduğunu anlatırlardı. Allahü teâlânın bir insanı sevmediğinin alâmeti, boş vakt geçirmek, lüzûmsuz şeylerle uğraşmakdır derlerdi. Bir gün de kahvehânedeki boş oturan insanları görünce, bu insanların vaktlerini satın almak mümkin olsaydı, onların boş geçirdikleri vaktlerini satın alırdım buyurmuşlardı.
Velhâsıl, okumak ve okutmak, öğrenmek ve öğretmek, mübârek Hocamızın kendi hayâtlarında muntazam tatbîk etdikleri bir şey olduğu gibi, talebelerinin ve sevenlerinin de bu şeklde olmasını isterlerdi. Yani, “Beşikden mezâra kadar ilm öğreniniz” hadîs-i şerîfine tam uymuşlardı.
1993 senesinin Ağustos ayının beşinde, eczâneden dönerlerken, Yenibosna’da İhlâs Motoru ziyâret etmişlerdi. Hocamızın çok sevdiği, insanların kalbinde taht kurmuş, “Sakallı dede” olarak bilinen pek kıymetli babam (Muammer dede), Mübârek Hocamızı karşıladı. Binânın çeşidli bölümlerini gezdirip ma’lûmât verdikden sonra, bağçedeki çiçeklerin arasında bulunan havuzun kenârındaki sandalyelerde oturdular. İhlâs Motor çalışanları, bir gülistânda meşrûh çiçekleri koklayıp sevince gark olan bîçâreler gibiydi. Hocamızın mübârek ağzından inci dânesi gibi saçılan sözlerini dinlemekle mesrûr oluyorlardı.
Hocamız o gün buyurdular ki; İnde zikrissâlihîn tenzîlürrahme. Evliyânın isminin anıldığı yere rahmet yağar. Bütün arkadaşlar müsâid zemânlarda toplanıp kitâb okusunlar. Kitâb okumak şartdır. Öğreneceğiz. İslâmiyyetin en büyük düşmanı cehâletdir. Peygamber efendimiz, “Beşikden mezâra kadar ilm öğreniniz.” buyuruyor. İlm öğrenmek farzdır. Farzları öğrenmek farz, vâcibleri öğrenmek vâcib, sünnetleri öğrenmek sünnet, harâmları öğrenmek de farzdır. Öğreneceğiz ki sakınacağız. Peygamber efendimiz: Talebül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin. Müslimânların erkek olsun, kadın olsun ilm öğrenmesi farzdır, buyuruyor. Yedi yaşından beri gece gündüz kitâb okuyorum. Kitâb okumadan duramıyorum. Ömrüm okumakla geçdi ve bir kanâ’ate vardım: Rastgele çok kitâb okuyan sapıtır, yoldan çıkar. Fekat bir mürşid-i kâmil görmüşse, o, kendini korur. Peki, ben niçin o kadar kitâb okudum? İlâve birşey öğrenmek için değil. Sırf Efendi hazretlerinin buyurduklarının vesîkasını bulmak için okudum, araşdırdım. Efendi hazretlerinin sohbetlerinden tutduğum notları bile okumağa vakt kalmadı. Çünki, hep dinlediklerim aklımda kaldı. Zâten Efendi hazretleri bize her şeyi öğretdi.
Ben Efendi hazretlerine ilk kavuşduğum zemânlar, çok öfkeliydim. Yanlış iş yapanlara, bozuk iş yapanlara çok öfkelenirdim. Fekat, sonra sonra bu öfkem acımağa dönüşdü. Bu sefer herkese acımağa başladım. Onun için, bu merhamet, bu acıma dolayısıyla gece gündüz çalışdık, bu eserleri meydâna getirdik. Bu kadar uğraşdık. Bizim kitâblarımız çok kıymetli. Çünki, içinde bana âid hiçbir yazı yok. Biz temâmen büyüklerin anlatdıklarını, yazdıklarını nakl etdik. Hepsi, büyük âlimlerin sözleri. Pırlantanın yanında cam parçasının kıymeti olur mu? Abdülhakîm efendi hazretleri bize hangi kitâbı tavsiye ve medh etdi ise o kitâbı aldım, o kitâbdan terceme etdim. Âlim, kitâbdan söyleyene derler. Meselâ, Efendi hazretlerine ne zemân gitsek, va’z vermeden evvel kitâblara bakar, not alırdı. Mekkî efendi de öyleydi. Dinleyen ba’zan beş kişi ya var ya yokdu fekat üç dâne kitâb olurdu önünde. Birini kapatır, öbürünü açar, ondan bakardı. İnsan kendinden söylediği zemân, söyledikleri doğru olsun yanlış olsun, hep zararlıdır. Eğer doğru olmuş olsa kibrlenir, felâkete götürür. Bu din, nefsi kırmak için gönderilmişdir. Fekat insan nakl etmeği sevmez, hep kendinden söylemek ister. Bu, kibr alâmetidir.
– devamı haftaya –
Fî emanillah