Enver abim buyurdular ki;
Bugün Hocamızı kimyager olarak görenler var. Eczacı ve emekli subay olarak görenler var. Cenâb-ı Hak bize onları, Ehl-i sünnet âlimi olarak, bu zamanda İslâmiyeti yayıcı olarak, bir Allah adamı olarak tanıttı. Elbetteki bu çok farklıdır. Öyle tanımakla böyle tanımak, görmek arasında çok fark vardır. Velhasıl, görmek kafi gelmiyor. Yani, Kuleli askeri lisesinde binlerce kişi gördü. Erzincan askeri lisesinde binlerce kişi gördü. Fakat tanıyan hep üçü – beşi geçmedi. Tanımak ayrı meseledir. Bu tanımak, insanın kendi gayretiyle olacak iş değildir. Yani, siz uğraşsanız tanıyamazsınız. Ya nasıl olur bu? Ancak Allahü teâlâ tanıtırsa insan tanır. O halde, Rabbimizin biz ihsanına kavuştuk. Biz Allahü teâlânın lütfuna kavuştuk. Allahü teâlâ bize hususi olarak lütuf ve ihsanda bulundu. Tanımak şerefini bize nasip etti. Ne kadar seviniyoruz… Yalnız biz değil, dünyânın bir çok ülkesinden gelen mektuplarda da böyle tanıyan çok. Hem de pek çok. O kadar güzel mektuplar alınıyor ki, insan hayret ediyor, bizim arkadaşlardan biri bu kadar güzel mektup yazamaz diye… İyi hatırlıyorum şimdi, bir tane mektup gelmişti. O mektubu yazan zat diyor ki, Pakistandan yazıyor; ” Ben yıllarca bir zat aradım, mezhebsizlerin kitâblarını okuyup onları yaymayı kendime ibâdet kabul ettim. Fakat sizin eserlerinizi okuduktan sonra, ne kadar bozuk bir yolda olduğumu anladım. Onları rafa kaldırdım ve şimdi Ehl-i sünnet itikadını yayıyorum. Çölün ortasında yolunu şaşırmış bir insana imdada yetişmiş gibi eserleriniz bize ulaştırılıyor “. Bunun bütün sevabı, bütün arkadaşlarımıza olmaktadır. Çünki, bu kitâbları göndermek imkanı hep sizin gayretleriniz ile olmaktadır.
ali zeki osmanağaoğlu