Enver abiler buyurdular ki;
Hocamızın evlenme hikâyesini bildiğimiz için, aynı niyetle Hüseyin Şener Abi ile beraber Hocamıza gittik. Hocamız nasıl ki Efendi hazretlerine gidip söylediyse, biz de öyle söyleyelim, dedik. Hem de Mübâreklerin kızını isteyeceğiz. Gidince Hocamız bizi aşağıdaki odaya aldılar. Mübârekler öyle anlatıyorlar ki, lafı kesmek mümkün değil. Konular peş peşe geliyor. Bir ara tam Hüseyin Abi söylemeye teşebbüs edecekken, yâ kardeşim, benim çok işim var, siz hemen gidin, buyurdular. Hatta müsâfeha bile etmeden Mübârekler yukarıya çıktılar. İyi ki soramadık. Sonra işler değişti tabii.
Mübarekler buyurdular ki; Evlendik ama, iki sene bekledik. Bir gün canım sıkılmıştı. O gün Efendi hazretleri; ev tutup Siret’i götüreceksin, buyurdular. Ankara’da o seneler ev bulunmuyordu. Emir büyük yerden gelmişti bir defa. Ankara’ya gidince bakkal Mehmet Efendi’ye uğradım. Hayrola ne vardı? dedi. Durumu anlattım. Ev lâzım, nasıl bulacağım? Mehmet Efendi anahtarı uzattı. Buyur dedi. Yâ efendim, gidersen alamazsın, gönderirlerse eline verirler. Bu laf çok mühimdir. Dolayısıyla, emirle ve izinle yapılan işlerde, kazansan da kazanılır, kaybetsen de kazanılır. Kendi istek, düşünce ve iradesiyle yapılan işlerde, kazansan da kaybedilir, kaybetsen de kaybedilir. Çünki, dîne uygun olmadı. Hanımanne anlatıyor; ev bir divan ve bunun üzerine bir şilteden ibaret. Koltuğumuz bu. Şimdi villa vesaire isteniyor. İki gönül bir olunca, samanlık seyran olur demişler. Başlangıçta tam mükellef teşkilat kurulunca, belki de huzursuzluk olabilir. Kanaatkâr olmak lâzımdır. İnsanların ihtiyaç içinde olması seâdettir. İhtiyaçsızlık felâkettir; ihtiyaçsızlık azgınlığa sebep olur. Bunu cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerîmde bildiriyor. İnsanlar nasıl mesut ve bahtiyar olur? Bunun için bir madde var. Bu bir maddeyi prensip kabul edip üzerinde hassasiyetle dursa, dünyası da âhıreti de Cennet olur. O bir madde, kul hakkıdır.
Mübarekler buyurdular ki; Evlendik ama, iki sene bekledik. Bir gün canım sıkılmıştı. O gün Efendi hazretleri; ev tutup Siret’i götüreceksin, buyurdular. Ankara’da o seneler ev bulunmuyordu. Emir büyük yerden gelmişti bir defa. Ankara’ya gidince bakkal Mehmet Efendi’ye uğradım. Hayrola ne vardı? dedi. Durumu anlattım. Ev lâzım, nasıl bulacağım? Mehmet Efendi anahtarı uzattı. Buyur dedi. Yâ efendim, gidersen alamazsın, gönderirlerse eline verirler. Bu laf çok mühimdir. Dolayısıyla, emirle ve izinle yapılan işlerde, kazansan da kazanılır, kaybetsen de kazanılır. Kendi istek, düşünce ve iradesiyle yapılan işlerde, kazansan da kaybedilir, kaybetsen de kaybedilir. Çünki, dîne uygun olmadı. Hanımanne anlatıyor; ev bir divan ve bunun üzerine bir şilteden ibaret. Koltuğumuz bu. Şimdi villa vesaire isteniyor. İki gönül bir olunca, samanlık seyran olur demişler. Başlangıçta tam mükellef teşkilat kurulunca, belki de huzursuzluk olabilir. Kanaatkâr olmak lâzımdır. İnsanların ihtiyaç içinde olması seâdettir. İhtiyaçsızlık felâkettir; ihtiyaçsızlık azgınlığa sebep olur. Bunu cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerîmde bildiriyor. İnsanlar nasıl mesut ve bahtiyar olur? Bunun için bir madde var. Bu bir maddeyi prensip kabul edip üzerinde hassasiyetle dursa, dünyası da âhıreti de Cennet olur. O bir madde, kul hakkıdır.