Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer….
1997 senesinin 28 Ağustos Perşembe günü idi. Kuzuluk’tan Yalova’ya geldik. Arabadan indiğimizde Hocamızın evi biraz ileride karşımızda idi. Mübarek Hocamız balkonda salıncakta oturuyorlardı. Hocamız bizi görünce seslendiler, evlerine davet ettiler, hemen gelin, buyurdular. Koşarak hepimiz beraber gittik, 5 kişi idik. Hocamız bizi balkon kapısında karşıladılar. “Niye gelmiyorsunuz, sizi bekliyoruz, özledik sizi” buyurdular. Abim’in (Osman abi) alnından öptüler, çok ağladılar, “Sen bizim ilk göz ağrımızsın, sizin sevginizin yeri kalbimde ayrı. Bir Enver abinin, bir de sizin, ikinizin sevgisinin kalbimde ayrı yeri var. Başkaları öyle değil, siz ikiniz ilk göz ağrımsınız.” buyurdular.
“Geldiğimden beri pencereleriniz kapalı. Osman bey gelse de pencereleri açılsa diyordum. Bugün geleceğinizi dün işittim. Sabahdan beri bekliyorum” buyurdular. Bu arada hepimiz ile müsafeha yaptılar. El öptürmezlerdi. El öpmek isteyenlere de, eğilmeyin diyerek ikaz ederler ve ellerini hemen çekerlerdi. Biz, eli öpülecek kişi değiliz, eli öpülecekler toprak altında kaldı, buyururlardı ve üzüldükleri belli olurdu. Arkadaşlarımız da, Hocamız üzülmesin diye el öpmek için uğraşmayıp, sadece arkadaş gibi müsafeha etmekle yetinirlerdi. Mübarek Hocamız o kadar mütevazı idiler ki, talebelerine karşı bir üstünlük, büyüklük göstermezlerdi ve “hepimiz Efendi hazretlerinin talebesiyiz, aramızda farkımız yok, hepimiz Efendi hazretlerinin feyzlerini alıyoruz” buyururlardı. “Efendi hazretleri sağ olsaydı, beni burada bulamazdınız, ben Efendi hazretlerinin yanında olurdum, siz de oraya gelirdiniz” buyururlardı.
İşte o gün gittiğimizde Hocamız ile müsafeha ettik, müsafeha ederken de Hocamız hepimize iltifatlar edip, hepimizin ayrı ayrı hatırını sordular, nerede neler yaptığımızı sordular. Benimle müsafeha ederken; Ali bey nasılsınız, buyurdular. Sonra sandalyeleri gösterip, geçin şöyle oturun, yanıma da gelin oturun, buyurdular. Osman abi; yere şöyle otururuz dedi. Mübarek Hocamız salıncağa otururlarken, yere olmaz, bir kısmınız karşıma bir kısmınız yanıma otursun, buyurdular. Sonra abime, “Sıhhatiniz nasıl?” buyurdular. Sonra bize dönüp, “Ali bey, sizin sıhhatiniz nasıl?” buyurdular. “Elhamdülillah, çok iyiyim efendim” dedim. “Siz muayenehanenizde eskisi gibi kitab da veriyor musunuz?” buyurdular. Her hastama kitâb verdiğimi söyledim, memnun oldular. “Mühim olan kitâb vermek, bizim işimiz evvela ahiret sonra dünya. İnsanlar yanmasın diye uğraşacağız kardeşim” buyurdular.
Herkes oturduktan sonra kısa bir sohbet oldu. Buyurdular ki;
Allahü teâlânın sevdiği kullarını tanıyoruz ve seviyoruz elhamdülillah. Âhıretde herkes sevdiğinin yanında olacak, buyuruluyor. Allahü teâlâ sevdiklerini sevdirtdi bize. Efendi hazretleri, bizi çok sevdiğini mektûbda yazardı. Çok sevimli derdi, başına bir de “pek” yazardı. “Pek çok sevimli Hilmi ve Sedâd” yazardı. Sedâd’ı da çok severdi. Onun için Sedâd’ın kabrine çok duâ gitdi. Binlerce kelime-i tevhid ve hatmler gitdi, Efendi hazretlerini çok sevdiği için. Büyükleri seven kazanır. Bugün, “Berekât” kitâbında okudum, Bâki billah hazretleri buyuruyor ki; “Domuz eti, içki gibi harâm şeyler yiyenler, içenler, büyüklerden feyz alamaz. Yidiği harâm şeylerin çıkardığı gazlar, vücutdaki feyz yollarını tıkar. Büyüklerin rûhu, o bedene gelemez, harâm yiyenler büyüklerin rûhlarından mahrum kalırlar ve feyz alamazlar”. Bunun böyle olduğunu bugün okudum. Kim söylüyor bunu? Bâki billah hazretleri söylüyor. Bizim sözümüz değil. Bâki billah hazretlerinin sözüdür. Baki billah hazretleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hocasıdır. Feyz yolunun üstadıdır. Bizim kitâblarımız da, hep o büyüklerin yazılarıdır. Bizim kitâblarımız ne için çok kıymetlidir? O büyüklerin yazıları olduğu için… Bizim yazımız olsa, kıymetli olmazdı. Biz o büyüklerden değiliz ama, o büyüklerin sözlerini yayıyoruz. Hepimiz o büyükleri seviyoruz. O büyükleri seven, harâm da yemezse feyz alır. Baki billah hazretleri bu mektubu kitabının kapağına koymuş. Çok mühimdir bu. Büyük zatların feyzlerinden istifade edebilmek için, haramdan uzak durmak şarttır. Feyzin gelmesi için sevgi şarttır, fakat gelen feyzden istifade edebilmek için haramdan sakınmak lazımdır. Sevmek, bardağı musluğun altına koymak demektir, fakat bardağın ağzı kapalıdır. Bardağın içine su dolması için kapağının açılması lazımdır, bardağın kapağını açmak ise haramdan sakınmaktır. Velhasıl, büyüklerden feyz gelmesi sevgi, muhabbet iledir, fakat gelen feyzden istifade edebilmek, haramdan sakınmakladır.
Ben size ma’nî olmayayım, işiniz vardır kardeşim, emr-i maruf yapacaksınızdır. Ben de şimdi kelime-i tevhidlerimi tamamlayacağım. Haftalık cüz’ümü okuyacağım, Efendi hazretlerinin hatmi olacak, buyurdular.
Çıkarken Allahaısmarladık dedik, “Güle güle, hepiniz en çok sevdiklerimsiniz” buyurdular.
Fî emanillah