Enver abiler buyurdular ki;
Nasılsa yaşıyoruz, nasılsa ekmek yiyoruz, bunu Allah için yapsan ne olur? Yani, öven ve söven senin istikametini değiştiriyorsa, bu dünyada ne için yaşıyorsun? Öl gitsin. Eğer ben takdiri insanlardan bekliyorsam, eğer tenkit edildiğimde ağlıyorsam; o kim ki? Yeter ki, Allahın dostları bana bir şey demesin, Rabbim benden gücenmesin. Onun için, lütfen yüzümüzü Kâbe’den başka bir yere çevirmeyelim. Kıble bir, kitap bir. Eğer böyle olursa, tek nokta olursa, bakın görün neler oluyor. Zafer, yani muzaffer olmak, kazanmak, yek vücut, yek kalp, yek cihetle mümkündür. Aynı vücut gibi olacağız, aynı cihete döneceğiz, aynı kalbi taşıyacağız. Farklı kalp, farklı düşünce olmaz. Çünki, büyüklere kavuştuktan sonra, insanın yapacağı yegâne şey, kendini koyuvermesidir, bırakmasıdır. Sen dündün, bugün artık değilsin. Dün başkaydın, bugün artık başkası oldun. Eshâb-ı kiram o asırda, o zamanda, insanlar en vahşi, en gaddar; diri diri gömüyorlar, temizlik yok, yani iyilikten başka, ne ararsan var. Onun için, hazret-i Ömer ‘radıyallahü anh’ buyuruyor ki; “Biz çok adi bir kavimdik, çok zelil insanlardık; ama Rabbim bize Peygamber ‘aleyhissalatü vesselam’ gönderdi, müslüman olduk. Öyle bir olduk ki, yeryüzünde yaşayan insanların en zirvesine Rabbim bizi çıkardı, en yüce makamlar verdi. Neyin sayesinde? Peygamber ‘aleyhissalatü vesselam’ sayesinde.” Biz de değişik memleketlerden, değişik havalardan, değişik insanlardan bir araya geldik. Ne sayesinde? Yine, dinimiz sayesinde. Mübareklerin sayesinde bir araya geldik.