Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin Cum’a gününü tebrik eder, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim
ali zeki osmanağaoğlu
2008 senesi, temmuz ayının 12′ si …
Enver abiler, Huzur Pınarına hizmet eden dava arkadaşlarımı görmek istiyorum, Güzelşehir’e getir, buyurdular. Yatsıdan sonra çok tatlı bir sohbet oldu….
O gün Enver abiler buyurdular ki;
O gün Enver abiler buyurdular ki;
Ahmed Yesevî hazretleri zamanında, padişah ava çıkıp, bir geyiğin peşine takılmış. Geyik önden padişah peşinden, derken, geyik dağa çıkmış. Velhasıl, padişah ne yaptıysa geyiği bulamamış. Öfkesinden bütün tarikat şeyhlerini çağırıp, emrimdir, bu dağı havaya uçurun; yoksa hepinizin kellesi gider, demiş. Bu geyik beni kandırdı, demiş. Dağ uçurulur mu? En azından yok edelim diye, hepsi rabıta yapmağa, zikr etmeğe başlamışlar. Ne yaparlarsa yapsınlar dağ yerinden kımıldamamış. Bunun tek çaresi var, bu işi ancak yapsa yapsa Yesevi yapar, demişler. Ama babası, asrın en büyük evliyasıymış. O da daha onbeş-yirmi yaşlarında çocukmuş. Padişah Yesevi’yi çağırtmış, o da annesine gidip, babama ait sarık, takke, çorap, ayakkabı, ne varsa çıkar deyip, dağın dibine gitmiş. Gözünü kapatıp, baba, vallahi billahi bu benim işim değil. Bu iş senin işin. Sakın beni mahcup etme, göster kendini, demiş. Dağ yok olmuş; ama geyik oradaymış. Burada çok mühim bir ders var. Eğer zerre kadar kendisinden bir şey düşünseydi, kendisine ait bir varlık, kendisine ait bir keramet, kendisine ait bir ilim, kendisine ait bir fazilet görseydi, o an sigorta atacaktı ve Allahü teala muhafaza etsin, orada mahcup olacaktı. Ama padişah da padişahmış. Bundan sonra senin isminin başına Ahmed getirelim; çünki belli ki, sen büyük bir zât olacaksın, senin isminle beraber benimki de anılır. Yoksa benim ismim unutulur gider, demiş. Ahmed ismi oradan gelmiş. Mübarekler, Allahü teala rahmet eylesin, şefaatlerine nâil eylesin, bir sabah namazından sonra buyurdular ki; Kardeşim, şu hizmetlerden, şu arkadaşlarımızdan, şu çalışmalardan, eğer bir zerresini kendimden bilsem, yanar ve helak olurum. Bu iş böyle. Bu iş önce ölmek, sonra olmak yoludur. Önce olmak, sonra ölmek değil! Öl ki olasın. Sen, sen olduğun müddetçe, on para etmezsin. Sen artık kendinden çık. Çünki artık, onların atmosferine, onların havasına girdin. Yani, onlar gibi olmağa çalış. Efendim, benim huyum böyle.. ben buyum deme…
Çok huysuz bir adam varmış. Evinin bağçesinin kenarına millet takılsın da rahatsız olsun diye, en azılı dikenleri dikmiş. Gelen geçen rahatsız oluyor, çocuklar falan hep dikenlere takılıyormuş. Valiye gidip, efendim yoldan geçemiyoruz; zaten dar yol. Adamın bağçesindeki dikenler batıyor diye şikayet etmişler. Vali adamı çağırtarak, ne oluyor, demiş. Efendim, bağçe benim demiş. Padişah da, bağçe seninse, vatandaş da benim. Onları sök, demiş. Adam neden sökeyim, deyince, vali, sökmezsen kodes aşağıda, vurun sopayı demiş. Kelepçeleri takınca, adam, vallahi sökeceğim demiş. Sonra adamı, dikenleri sökmesi için serbest bırakmışlar. Bir tanesine asılmış; ama yaşlı olduğundan neredeyse canı çıkacakmış. Kesse yine büyüyecek ve millet yine rahatsız olacak. O zaman ne yapması lazım? İşte eğer, kötü ahlak kök salarsa, bunun temizlenmesi mümkün değildir. Gidip kendine aşı yapması lazım. Bu dikenleri kesip aşı yapması, sonra bunun yerine elma, armut dikmesi lazım. Bunu anlatan mübarek zât buyuruyor ki; Mürşid-i kâmilin mutlaka bunun huyunu değiştirmesi lazım. Değiştiremezse, aşı yapar, o pisliklerden yine kurtarır. Yeter ki sen, sen olarak gitme, O olarak git. Yani, ben yokum de. Mübarekler, Allahü teala rahmet eylesin, buyurdular ki; Biz Sedat’la küçüktük, çocuktuk, onun için Efendi hazretleri bize acıdı efendim. İnsan acıdığına verir; yoksa dayıya vermez. Dayılık zamanı değil. Onun için, yaş dal uzun uzun kök salmadan koparılırsa ne âlâ; ama benim huyum böyle, ben bu huyumdan vazgeçemiyorum, değiştiremiyorum demek ne demek? Git doktora aşı yap. Cenab-ı Hakka ne kadar şükr etsek az. Allahü teala bize büyükleri tanıttı. Yoksa işimiz duman olurdu. Çünki din, görmek, işitmek ve konuşmak dinidir. En şanslı insanlar, mutlaka o büyük zâtları tanıyanlar, görenler ve konuşanlardır. Böyle değilsek, hiç olmazsa talebeleriyle olmalıyız. Yani, Eshab-ı kirama kavuşanlar gibi olmalıyız. Onun için, Mübarekler buyurdular ki; Bizi sevenler, gökteki yıldızlar gibidir. Kim onlarla beraber olursa, imanını kurtarır. Yani, bu arkadaşlarımız müşrik olamaz, bid’at ehli olamaz. Günah? Allahü teala hepimizi afv etsin; ama kumaş rengini aldıktan sonra, artık o renk kalıcıdır. Eshab-ı kiram, Peygamberimizi ‘aleyhissalatü vesselam’ görmekle renk almıştır, kumaş, renge kavuşmuştur. Artık o hep, o renkle gider. İnkar etmediği müddetçe, ne yaparsa yapsın, Eshab-ı kiram olmaktan çıkmaz.
Enver abiler bizim başımızda hem abimiz, hem babamız, hem hocamız hem rehberimiz, yol göstericimiz, herşeyimizdi. Hava gibi, ekmek, su gibi her zaman ihtiyaç duyulan bir insandı. Hayat onunla güzeldi.
Fî emanillah.
Çok huysuz bir adam varmış. Evinin bağçesinin kenarına millet takılsın da rahatsız olsun diye, en azılı dikenleri dikmiş. Gelen geçen rahatsız oluyor, çocuklar falan hep dikenlere takılıyormuş. Valiye gidip, efendim yoldan geçemiyoruz; zaten dar yol. Adamın bağçesindeki dikenler batıyor diye şikayet etmişler. Vali adamı çağırtarak, ne oluyor, demiş. Efendim, bağçe benim demiş. Padişah da, bağçe seninse, vatandaş da benim. Onları sök, demiş. Adam neden sökeyim, deyince, vali, sökmezsen kodes aşağıda, vurun sopayı demiş. Kelepçeleri takınca, adam, vallahi sökeceğim demiş. Sonra adamı, dikenleri sökmesi için serbest bırakmışlar. Bir tanesine asılmış; ama yaşlı olduğundan neredeyse canı çıkacakmış. Kesse yine büyüyecek ve millet yine rahatsız olacak. O zaman ne yapması lazım? İşte eğer, kötü ahlak kök salarsa, bunun temizlenmesi mümkün değildir. Gidip kendine aşı yapması lazım. Bu dikenleri kesip aşı yapması, sonra bunun yerine elma, armut dikmesi lazım. Bunu anlatan mübarek zât buyuruyor ki; Mürşid-i kâmilin mutlaka bunun huyunu değiştirmesi lazım. Değiştiremezse, aşı yapar, o pisliklerden yine kurtarır. Yeter ki sen, sen olarak gitme, O olarak git. Yani, ben yokum de. Mübarekler, Allahü teala rahmet eylesin, buyurdular ki; Biz Sedat’la küçüktük, çocuktuk, onun için Efendi hazretleri bize acıdı efendim. İnsan acıdığına verir; yoksa dayıya vermez. Dayılık zamanı değil. Onun için, yaş dal uzun uzun kök salmadan koparılırsa ne âlâ; ama benim huyum böyle, ben bu huyumdan vazgeçemiyorum, değiştiremiyorum demek ne demek? Git doktora aşı yap. Cenab-ı Hakka ne kadar şükr etsek az. Allahü teala bize büyükleri tanıttı. Yoksa işimiz duman olurdu. Çünki din, görmek, işitmek ve konuşmak dinidir. En şanslı insanlar, mutlaka o büyük zâtları tanıyanlar, görenler ve konuşanlardır. Böyle değilsek, hiç olmazsa talebeleriyle olmalıyız. Yani, Eshab-ı kirama kavuşanlar gibi olmalıyız. Onun için, Mübarekler buyurdular ki; Bizi sevenler, gökteki yıldızlar gibidir. Kim onlarla beraber olursa, imanını kurtarır. Yani, bu arkadaşlarımız müşrik olamaz, bid’at ehli olamaz. Günah? Allahü teala hepimizi afv etsin; ama kumaş rengini aldıktan sonra, artık o renk kalıcıdır. Eshab-ı kiram, Peygamberimizi ‘aleyhissalatü vesselam’ görmekle renk almıştır, kumaş, renge kavuşmuştur. Artık o hep, o renkle gider. İnkar etmediği müddetçe, ne yaparsa yapsın, Eshab-ı kiram olmaktan çıkmaz.
Enver abiler bizim başımızda hem abimiz, hem babamız, hem hocamız hem rehberimiz, yol göstericimiz, herşeyimizdi. Hava gibi, ekmek, su gibi her zaman ihtiyaç duyulan bir insandı. Hayat onunla güzeldi.
Fî emanillah.