Enver abiler buyurdular ki;
Hocamız buyurdular ki; Ben Efendi hazretlerini tanımadan evvel, bambaşka bir yoldaydım. Her şey benim olsun, ben şöyle yapayım, böyle olayım diye gözüm yükseklerdeydi. Fakat tanıdıktan sonra anladım ki, asıl iş, asıl insanlık, kendini tanımaktır, kendisinin hiçbir işe yaramadığını, ancak o büyüklerin muhabbetiyle biraz şeref kazanacağını anlamaktır. Onun için, abdiyyet, kul olmak, makamların en yücesidir. Peygamber efendimize ‘aleyhissalatü vesselam’ siz kimsiniz, diye sorarlar; Abdullah, derdi. Yani, Allahın bir kulu. Abdiyyet, tasavvufta en büyük derecedir. Ama karşında, ademiyet, yani yok olmak vardır. İnsan ne kadar yok olursa, o kadar var olur, o kadar yüce olur. Çünki nefsin arzularını yerine getirenler, nefsleriyle beraber haşr olacaklardır. Allahü tealanın emir ve yasaklarını yerine getirenler, Allahü teala ile haşr olacaklardır. Onun için, tercih bize kalmıştır. Sonunda pişman olacağımız, bırakacağımız mesleği, bugünden terk edelim, bırakalım. Ahirette yapılan bütün hizmetler içinde, yalnız ve yalnız ihlâslı olanlar ayrılacaktır. İhlâssız olanlar bize bırakılacak, işe yaramayacaktır. Peygamber Efendimiz ‘aleyhissalatü vesselam’ buyurmuş ki; En büyük müflis, çok ibadetle, çok hizmetlerle ahirete gelir; fakat kendisine ait olanlar kendisine bırakılır, Allah için olanlar bir tarafa ayrılır, bakarsın ona bir şey kalmamış. Kul hakkı ile gitmiş, ihlassız; gitmiş, niyeti bozuk, gitmiş.. Bunların hepsi kendisine bırakılmıştır, cenab-ı Hak bunları kabul etmez. Bize bırakılanlar, başımıza iş açar.