Enver abiler buyurdular ki;
Ebu Bekr-i Sıddık “radıyallahü anh”, Peygamberlerden sonra insanların en büyüğüdür. Bu kadar üstün olmasının üç özelliği vardı. Birincisi; cenab-ı Peygamber “aleyhissalatü vesselam”, ona İslamiyeti telkin ettiği anda hiç tereddüt etmedi ve evet dedi. Yani, onun inancı, demir gibiydi. Miraç’da dahi; O söylediyse doğrudur, dedi. Kesinlikle ve kesinlikle hiçbir şüphesi yoktu. İkincisi; çok zengindi. Bir gömleği yani setr-i avret kalıncaya kadar hibe etti. Üçüncüsü; cenab-ı Peygamberin yoluna hayatını ortaya koydu. Birgün onu Kâbe’de öyle bir dövdüler ki, kemiklerini kırdılar ve bir çuval içinde getirdiler. Üç gün kendisine gelemedi. Üç gün sonra kendisine geldiği zaman, annesi bir kaşık su verdi ve hayır, su içmem dedi. Ben cenab-ı Peygamberden haber almadıkça ağzıma bir şey koymam dedi. Zeynep diye Müslüman olmuş bir kadından haber yolluyorlar, onlar da, Ebu Bekr-i Sıddık Müslüman ama gelen kâfir olduğundan geçiştiriyorlar. Cenab-ı Peygamberin halinin nasıl olduğunu biz de bilmiyoruz, diyorlar. Bunu Hazret-i Ebu Bekr’e söylediklerinde, Ebu Bekr-i Sıddık; bu cevap kâfi değil deyip, yürümesi mümkün olmadığı halde, beni oraya götürün diyor. Bir koluna babası, bir koluna annesi girip gece yarısı ayak, kol, sırt kırık vaziyette gidiyorlar. Onlar zaten onu öldü diye bırakmışlardı. Karşılaşınca cenab-ı Peygamber “aleyhisselam” buyurdu ki; Ben gelirdim. Sarılıp ağlaştılar. Ebu Bekr-i Sıddık; Ya Resulallah, içim rahat değil, annem de babam da kâfir, ben seninle geleyim, dedi. Aferin sana, buyurdular. Eshab-ı kiram arasında; anası, babası, kendi, oğlu, torunu müslüman bir tek Ebu Bekr-i Sıddık “radıyallahü anh” var, başka kimse yok. İman tam, mal yok, hayat ortada.