Enver abiler buyurdular ki;
Sadaka vermek, birini sevindirmek, belâyı önler, ömrü uzatır. Bir gün mübârek Hocamız, Muazzez abla ve Ferrûh Işık, üçü Boğaz’a gezmeğe gitmişler. Ferrûh da sekiz-on yaşında. Rumeli Hisârı’nın dibinde yeşil bir yer bulmuşlar, örtüyü sermişler, yiyecekleri ortaya koymuşlar. Sofrayı kurmuşlar, Mübârekler sağa doğru bir yere bakmışlar, orada kim bilir kaç günden beri aç bir ihtiyâr görmüşler. Hemen bir tabak alıp, dolma, yumurta ne varsa koymuşlar, Ferrûh’un eline vermişler. “Ferrûh, al bu tabağı, götür şu ihtiyâra ver. Onun herhâlde karnı çok aç, onun karnı açken, biz bunu yiyemeyiz.” buyurmuşlar. Bu hıristiyan mı, müslimân mı, fâsık mı, dememişler. İster insan, ister hayvan fekat bir mahlûk, sâhibi öyle yaratmış. Ferrûh tabağı alıp gidince, Ferrûh’un olduğu yere kocaman taş düşmüş. Muazzez abla diyor ki; İmkân ve ihtimâl yok, başına gelecekdi ve çocuk orada ölecekdi. Çünki düşerken görmedik. Küt diye yere vurunca, hepimiz şaşırdık kaldık. Mübârekler de bembeyâz olmuşlar. “Kalkın, sadaka hayâtımızı kurtardı.” buyurmuşlar. Hemen eşyâlarını toplamışlar. Hocamız buyurdular ki; Sadaka belâyı önler, ömrü uzatır. Eğer aç insana bu bir tabak yemeği göndermeseydik, başımıza felâket gelmişdi.