Enver abiler buyurdular ki;
Çok zengin bir adam varmış, çok garib çok fakîr birisi de gelmiş kapısına, çalmış kapıyı. Demiş ki, efendim kaç gündür açım, bir lokma ekmek. Bir kızmış, hakâret etmiş. Kapıyı da yüzüne çarpmış. Allah Allah. Adam neye uğradığını şaşırmış. Ben ne yaptım, demiş. Vermeyebilirsin ama bu hakâret niye? Bu azarlamak niye? Çok ağırına gitmiş. Geçmiş karşıya bir yere oturmuş. Başlamış hüngür hüngür ağlamağa. Ben ne yapdım? Fakîrim dedim. Verme. Ama bu hakâret niye? Tam o sırada otururken, bir âmâ değnekle geçerken bir ses duyuyor, bir ağlama sesi var. Yanına gitmiş, arkadaş niye ağlıyorsun demiş. Bana sorma demiş, bugün içim çok yanıyor. Çok üzgünüm. Neden? Şu karşıki eve gitdim. Açım, biraz bana yardım edin dedim. Yüzüme kapıyı çarptı, hakâret etdi. Birşey de vermedi. Hadi vermesin ama bu yapdığı hareket çok ağırıma gitdi. Demiş, düş peşime. Bizim burada bir gecekondu var, içinde ne varsa beraber yeriz. Beraber eve geliyorlar, yiyiyorlar. Burada yatacak yer de var, otur burada yat sen benim misâfirimsin diyor. Adam çok duygulanıyor. Ya Rabbi, bir âmâ fakir kulun bana bu ni’metleri, iyilikleri yapıyor. Böyle tam kalbinin inceldiği bir anda ellerini açıyor, ya Rabbi, bu kulun bana kapılarını açdığı gibi, bu kulun sofrayı bana açdığı gibi sen de bunun gözlerini açı ver. Gözler açılıvermiş. İlâç yok, ameliyat yok sinirler ölmüş ölmemiş sana ne? Velhâsıl herşey tıp ile hal olmaz. Ba’zen de böyle euzübillah kün fe yekûn, Allahü teala bir kün der o hemen oluverir.