Enver abiler buyurdular ki;
Mübârekler buyurdular ki; Büyüklerin bizzat huzûrunda sohbet esâsdır. Çünki bütün duygu organlarınla ona bağlanıyorsun; göz, kulak, burun… Buyurdular ki; Yok, vefat etmişse râbıta etmek zorundasın. Râbıtayı kim yapar efendim? Râbıtayı yapacak adam mı kaldı? Seksen türlü vesvese, seksen türlü iş; bu da zor. Bunun da bir kolayı var efendim. Çünki, kalb göze tâbi’dir. Göz ne ile meşgûl olursa kalb oraya doğru yönelir. Kalb göze tâbi’dir. İyi ya efendim, işte kitâb okuruz, büyüklerin eserlerini okuruz, İlmihâli okuruz. Gözümüz satırlarla, yazanla, yazdıranla meşgûl olduğu için kalb otomatikman feyz alır, bu râbıtadır efendim. Arkadaşlarımız biraraya gelince Hocamızı hâtırlatırlar, bu da bir râbıtadır. Onların bir elbisesini görsen yine râbıtadır. Yani temâmen irtibât bir sebeble olmalıdır. O sebeb de onları hâtırlatmalıdır. Meselâ kabr-i şerîfleri. Niçin? Orada yatdığı için değil. Onlar arş-ı alâda, Cennetde. Ama irtibât sağlıyor. İşte bunların hepsi kurtulmak için, daha doğrusu kalbin kurtulması için birer sebebdir. Biraraya gelmenin fazîleti anlatılacak gibi değildir. Ama unutmayalım ki, yol bu yol. Yani kalbin ilâcı, kalbin şifâsı bu sevgi ve muhabbetdir. Çünki, herşey zıddı ile tedâvî olur. Cem-ı zıddeyn muhâldir.