Enver abiler buyurdular ki;
Bu insanlar, Cenâb-ı Peygambere “aleyhissalâtü vesselâm” iftirâ etdikden sonra, Aîşe valdemize hem de en kötü şeklde iftirâ etdikden sonra Allah ıslâh etsin ne diyelim. Allah akl versin. Allahdan ki ben hayâtımda hiçbir gün Mübâreklere hiçbir arkadaşın aleyhinde tek kelime etmedim. Hayâtımda hiçkimseye beddua etmedim, edemem. Korkarım çünki. Müstehak olan yok mu? Çok. Bana ne. Ben ıslâhı için dua ederim. Çünki birgün Mübârekler rü’yâmda buyurdular ki; Kardeşim benden sonra, benim vefâtımdan sonra seni üzenler oldu mu? Aynı, âşikâr… Hayır efendim dedim, hani hep hayır demeğe alışmışız ya. Peki, peki ben biliyorum; ama benim de onlarla konuşacaklarım var buyurdular. Ama ben hakkımı helal ediyorum. Benden yana hiç kimsenin burnu kanamasın, kanamaz da zâten. Ama iki türlü adâlet var. Bir, kul ile Allah arasında bir adâlet var, bir hesâblaşma var. Bir de kullar arası var. İşte ona kul hakkı deniyor. Kul hakkı çok tehlikeli. Cenâb-ı Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” buyuruyor ki; Üç kişinin Cennete gireceğine kefîlim. Cennete istediği kapıdan girsin, şu üç şartı kim yerine getirirse. Bir, her nemâzdan sonra onbir ihlâs-ı şerîf okuyan. İki, kâtilini dahî afv eden. Üçüncüsü de üzerinde hiç kul hakkı olmayan.