Enver abiler buyurdular ki;
Arkadaş, evvelâ sen şunu düşün, Rabbim beni niçin yaratdı? Sen bunu kendine sormadıktan sonra öbür tarafta nasıl cevâb vereceksin? Çünki Allahü teâlâ Kur’ân-ı Kerîmde meâlen buyuruyor ki; Hiçbir şeyi abes olarak yaratmadım. Yani hiçbirşeyi lüzûmsuz yaratmadım. Yaratdığım herşeyin bir faydası vardır, bir sebebi vardır. Sen de kendine sor, acaba Rabbim beni niye yaratdı diye. Bitdi. Zâten bu süâlin cevâbını verdikden sonra herşey hallolur. Allahü teâlâ bizi kendisini tanımamız için; buna ma’rifet diyorlar, ya’ni ârif olmak için, ya’ni Rabbimizi tanımak için yaratıldık. Çünki Allahü teâlâ bütün mahlûklar içerisinde bu şerefi yalnız insana vermişdir. Meselâ, arş çok kıymetli, çok berrak, çok saf, çok büyük, herşey mükemmel. Ama irâde yok, ya’ni tanıma özelliği yok. Bunu ancak Allahü teâlâ insanlara vermişdir. Ve arş Cennetin tavanı olduğu halde, kalbin genişliği yanında, yani kalbin içerisinde küçük birşey kalıyor, arş olduğu halde. Arşullah diyorlar zâten kalbe. Onun için, yere göğe sığmam mü’min kulumun kalbine sığarım, buyuruluyor. Bu çok önemli. Dolayısıyla o kalb ki Allahü teâlâyı tanıyor, Allahü teâlâya îmân etmiş, bu, Kâ’be’den daha kıymetli. Onu sevmek, ona hurmet etmek, ona saygı duymak ne kadar mükâfatsa, ne kadar sevâbsa, onu kırmak, onu üzmek de o kadar felâkettir. Hepimiz biliyoruz ki, kalb kırmak yetmiş kere Kâ’be’yi yıkmakdan daha büyük günâh.