Enver abiler buyurdular ki;
Hanımannem anlatıyor. Nasıl evlendim, ben de bilmiyorum, diyor. Hocamız haftada bir gün geliyor, doğru yukarıya. Yüzünü göreceğiz diye, iki senedir bekliyormuş. Ama bir gün canı çok sıkılmış, Efendi hazretleri Mübareklere buyurmuşlar ki; Ankara’da ev tutacaksın, Siret’i götüreceksin. Ev hiç yok; zaten para yok diye subaylara vermiyorlar. Otel odası tutacaksın, bu hafta götüreceksin, buyurmuş. Emir böyle. Ankara’ya bakkal Mehmet efendiye gitmişler. Ne var, demiş. Efendim ev lazım; fakat nereden bulacağız, nasıl yapacağız, demişler. Alın size anahtar, demiş. Gidersen alamazsın; gönderirlerse, eline verirler. Çok mühim bir laf! Dolayısıyla, emirle ve izinle yapılan işler, kazansa da kazandı, kaybetse de kazandı. Kendi isteğiyle, kendi iradesiyle, kendi düşüncesiyle iş yapanlar, kazansa da kaybetti, kaybetse de kaybetti. İş, dine uygun olmadığı için… Evi tuttum, hemen Ankara’ya gittik, buyurdular. Hanımanne diyor ki; Bir yorgan bir sedir üzerine bir şilte koyduk, işte o bizim koltuğumuz. Efendim, şimdikiler koltuk takımı olmazsa, bilmem ne olmazsa, hele hele bir de villa olmazsa, bitti! Yapmayın etmeyin, Allah muhafaza etsin. Hani iki gönül bir olunca samanlık seyran olur derler, kanaatkâr olmak iyidir. Zamanla her şey düzelir, her şey gelir. Ama daha ilk başta bütün bunlar, bu teşkilat kurulursa, belki de huzursuzluk olabilir. Çünki insanların ihtiyaçlı olması, seadettir. İhtiyaçsız olması, felakettir. Bunu cenab-ı Hak; ihtiyaçsızlık azgınlığa sebep olur diye, Kur’an-ı kerim’de bildiriyor. Varsın biraz da eksik olsun; ama insanlar mes’ud ve bahtiyar olsun.