Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin, Cum’a gününü tebrik ederiz, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim
ali zeki osmanağaoğlu
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer….
Bâzı hatıralar vardır ki, kalblere nakşeder.
O hatıraları hatırlamak, Cennet hayatı yaşamak gibidir…
…………
Enver abimsiz ilk kurban bayramı….
İnşallah eski kurban bayramlarındaki sohbetlerinden birkaç bölüm anlatmağa çalışacağım.
2010 senesi, kurban bayramında (kasımın 18 i), ikindi namazından sonra Enver abim buyurdular ki;
Bayramınız mübarek olsun. Hakiki bayrama alamettir inşallah. Bugünlere sıhhatle, afiyetle, imanla kavuşturan Rabbimize sonsuz kere hamd olsun. Allahü teala herkeste, doğuştan bir kabiliyet yaratmıştır. Herkes dünyada kabiliyetiyle ilgili olarak bir iş sahibi olur. Ama kabiliyet olmazsa, hiçbir şey olmaz. İşte imtihan burada başlar. Kabiliyeti veren Allah ‘celle celalüh’, bunun karşılığında bir şey istiyor. Bize bir şey veriyor ve buna mukabil, siz de şimdi iman edin ve aldığınız bu imanı anlatın, yayın, diyor. Bu kabiliyeti dine uygun kullanmayanlar, sırf dünya serveti ve şöhreti için kullananlar, bu kabiliyete ihanet etmiş olurlar. Cenab-ı Hakka nasıl cevap verecekler? Günah değil mi? O bakımdan, cenab-ı Hakka sonsuz kere hamd olsun ki, o kabiliyet bizi buraya getirmiştir. Eğer O nasip etmeseydi, buradan kapıdan içeriye giremezdik. Mübarekler bir sohbetlerinde buyuruyorlar ki; Âsuman secde künet, behri zemini ki deru, yek dü kes yek dü nefes, behr-i hüda binişinent. Âsuman; yani göktekiler. Behr-i zemini ki deru; Öyle bir yere ki, oraya hayran oluyorlar, gıpta ediyorlar. Hatta Mübarekler buyurdular ki; Cennettekiler de dahil. Çünki bir gün sohbetlerinde buyurdular ki; Efendim, cennet altıncı kat göktedir. Yani gökler deyince, göktekilerdir. Melekler gökyüzünden bakar, bir karış boş yer yok. Cennettekiler de dahil, dünyada öyle bir yer görüyorlar ki, hepsi mest olup hayran oluyorlar, gıpta ediyorlar ve oraya dua ediyorlar. Neresi orası? Yek dü kes. Bir-iki kişi. Yek dü nefes. Bir-iki nefes, Allah rızası için konuşuyor veyahut da dinliyor. Burada kaç yek dü kes var, sayısı belli değil. Bu kadar Ehl-i sünnet müslümanın bir araya gelmesinden rahmet coşar. Uzun bir hadis-i şerifin sonunda Allahü teala meleklerine buyuruyor ki; Madem ki onlar benden bahs ediyorlar, benden korkuyorlar, cehennemden korkuyorlar, cenneti istiyorlar, görselerdi tabi farklı olurdu ama, siz şahit olun ki, onların hepsini afv ettim. Böyle söyleyince melekler diyorlar ki; Ya rabbi, içlerinden bazıları var, hiç alakası yok. Onlar şu veya bu maksatla gelmişlerdi. Onları ne yapacağız? Onlar da misafirim. Madem ki dostlarımın yanında, onlar da dahil. Şu kapıdan çıkarken istisna yok! Dolayısıyla, çok şanslıyız. Yine bir gün Mübarekler buyurdular ki; Kardeşim, bu Ehl-i sünnet âlimleri casustur efendim. Ne casusu? Kalp casusu. Ne yapar bu casus? Halkın arasına karışır, sen ben gibi dolaşır, kimin kalbinde bir nur, bir ışık görürse, ona üç şey uygular. Kimin kalbinde o ışığı görmüşlerse, ona üç şey uygularlar. Birincisi, davet ederler. Bizim eve buyurun, derler. Efendi hazretleri Mübarekleri ilk görüşlerinde buyurmuşlar ki; Küçük efendi, ben seni sevdim. Bizim ev yukarıda, gel de arada bir görüşelim. Yakalandı! Tuzağa düştü. İkincisi, bir talebesini gönderirler. Şunları ben sevdim, eve getir, derler. Ne gibi? Allah rahmet eylesin, İsmail Silleli abinin, hem Zeki abiyi, hem Enver abiyi eve getirmesi gibi. Yani bir talebesiyle eve getirtirler. O da mümkün değilse, kitap verirler veya verdirirler. Ama kurtulamaz. Bir gün Mübareklere, efendim, Kuleli Askeri Lisesinde beşyüz talebe vardı, nasıl siz bizi seçtiniz, eve çağırdınız, dedim. Cevap: İtteku ferasetül mü’min ….. Siz mü’minlerin kalp gözünden sakının. Onlar Allahın verdiği bir nur ile görürler. Allah rahmet eylesin, Allah şefaatlerine nail eylesin.
Bıraksanız sevincimden uçacağım. Asuman secde künet. Gökteki bütün melekler, bütün cennettekiler, hepsi şu anda buraya diyorlar ki; Allahın sevgili kullarısınız, seçilmiş kullarısınız. Çünki iman ortalıkta gezmez. Kimse babadan, dededen, evlattan alamaz. Hidayet, sadece ve sadece Allahü tealanın elindedir. Allahü teala cenab-ı Peygambere ‘aleyhissalatü vesselam’ buyurmuş ki; Ey Habibim, niye akrabalarım bana iman etmiyor, niye bir kelime-i şehadet söyleyerek ebedi cehennemden kurtulmuyorlar diye göğsünü paralayacak kadar kendini üzme. Bu senin elinde değil. Bu hidayet, benim elimde. Bu yetkiyi kimseye vermedim. O halde, biz bu imana kavuşmuşsak, özel tahsistir. Başka bir şey yapamazsın. Devlet arazi verirken özel tahsis verdi mi, üzerine başka şey yapınca yıkarlar. Dolayısıyla, bu özel tahsisin kıymetini bilelim. Allahü teala vermek istemeseydi, istek vermezdi. O, bu imanı verdiğine göre, cenneti de vermek istiyor. Al sana cennet demezler.
Enes bin Malik ‘radıyallahü anh’, Ebu Mus’ab hazretleriyle beraber bir yola çıkmışlar. Bakmışlar ki, bir yerde bir kalabalık, toplantı halindeler. Bunlar da ne yapıyorlar, ne konuşuyorlar diye, toplantıya katılmışlar. Onların başındaki adam, onlardan birini ikna etmek için veyahut da ona bir şeyler yaptırmak için nasıl yalvarıyor, nasıl dil döküyormuş. Ebu Mus’ab hazretleri, kalk buradan gidelim, demiş. Dışarıya çıkınca, Enes bin Malik hazretleri, ne oldu demiş. Allahtan kork! Bu kadar kul kula yalvarıyor. O kul bir defa Allaha yalvarsaydı, o işi on defa hal ederdi. Bu kadar gaflet niye? Peki efendim, bu gördüğünüzü onlar niye düşünemiyorlar, deyince, buyurmuş ki; Bak Enes, Allahü teala iki tane dünya yarattı. Biri bu dünya, biri ahiret dünyası. Fakat imtihan burada başlıyor. Dünyayı öne, ahireti arkaya aldı. Yani ahiretin önünde bir perde var. O da dünyadır. İşte imtihan burada başlıyor. Her kim bu dünyayı demez de, ahiret kapısından içeriye girerse, o kurtulacaktır. Bunun adına imtihan derler. Peki, nasıl olacak bu? Mübarekler buyurdular ki; Eğer Allahü teala cenab-ı Peygambere ‘aleyhissalatü vesselam’ Kur’an-ı kerim ile, ben bundan razıyım, bundan değilim, ben bunu seviyorum, bunu sevmiyorum, bu haktır, bu batıldır diye öğretmeseydi, O da Eshab-ı kirama öğretmezdi. Eshab-ı kiram da bize öğretemezdi. Dolayısıyla, Mübarekler ‘kuddise sirruh’ buyuruyorlar ki; Dünyada en zor şey, hakkı batıldan ayırmaktır. Neden? Çünki ahirette herkes sevdiği ile beraber haşr olacaktır. Sen eğer cenab-ı Hakkın sevmediği bir kişiyi, sevmediği bir ameli, sevmediği bir nesneyi sevdiysen, onunla beraber olacaksın. Çünki el mer’ü mea men ehabbe. İnsan kimi sevdiyse, ahirette beraber olacaklar. Cenab-ı Peygamberin ‘aleyhissalatü vesselam’ duası; Allahümme erinel hakka hakkan ve erinel batıla batılan. Çok zor, Allah muhafaza etsin. Hepimiz bu dünyada yaşıyoruz. Görüştüğümüz kişiler, yaptığımız işler karmakarışık. Bunların içerisinde cenab-ı Hakkın razı olmadığı bir iş, bir amel ile beraber olduk mu, unutmayın ki, ahirette de beraber olunacaktır. Kim kurtarır? Velhasıl, Allahü teala mübarek Hocamızdan yüzkatrilyon kere razı olsun ki, bize hakkı hak gösterdiler ve batılı da batıl gösterdiler.
Bir mübarek zâta sormuşlar, efendim siz nasıl evliya oldunuz? Siz mahalleden bir arkadaşımızdınız, ama maşallah aldınız başınızı gidiyorsunuz. Bunun hikmeti nedir, demişler. Bir gün evimin kapısının önünde mahalle usulü oturuyordum. Bir fakir yanıma geldi, oturdu. Selam verdi, aleyküm selam, dedim. Yavrum, ben çok fakirim, ihtiyacım var, dedi. Baktım, sen delikanlı bir adamsın, istemen ayıp değil mi? Git çalış da kazan demedim, içimden geçirdim. O genç, Allahü azimüşşân, senin şu kalbinden geçirdiğinden beni muhafaza etsin, dedi. Ben düştüm, bayıldım. Senin bu kalbinden geçirdiğinden Allah muhafaza etsin, dedi. Su döktüler, ağzıma burnuma soğan verdiler, bir müddet sonra kendime geldim. O genci bulacaktım, çoktan gitmiş. Nedir başıma gelen? Ben içimden geçirdim, adam yüzüme karşı söyledi. Kalktım, neyim varsa dağıttım. En sonunda evim vardı, evi de verdim. Oradan ayrıldım, başka bir dergâha, başka bir memlekete gittim. Orada talebe oldum, uğraştım, didindim, ama neden ben böyle yaptım diye hâlâ içimde o ateş var. Ve işte o tövbe ve istiğfar, o cenab-ı Hakka rücu etmek, o dünyaya karşı soğukluk, o elindeki avucundakileri Allah için dağıtmak, bana bu nimeti nasip etti, buyurmuş.
…….. devamı haftaya inşallah.
Hava gibi, ekmek, su gibi her zaman ihtiyaç duyulan bir insandı.
Onun gibi biri gelmesi, yerinin doldurulması mümkün değildir.
Hayat onunla güzeldi.
Fî emanillah.