Bir gece saat iki buçuk gibi, gece yarısı baktım kapı çaldı. Hayırdır inşaallah. İndim kapıya, baktım, Mübarek Hocamız. Elinde defter, kağıt, kalem, gözlük ellerinde. Kapıya gelmişler, gece saat iki buçuk. Efendim hayırdır inşaallah, ben korktum, bir hastalık filan var mı, dedim. Çünkü gecenin o saati. Hocamız; ya efendim, uyuyamadım. Seadet-i Ebediyye’de bir ilave var, ilmihale bir ilave var, bu ilaveyi size şimdi verirsem gider rahat uyurum. Değilse sabaha kadar böyle uyanık beklerim. Onun için sizi rahatsız ettim, kusura bakmayın, buyurdular. Estağfirullah efendim, yarın sabah verebilirdiniz, niye bu kadar zahmet çektiniz, keşke uyusaydınız, diye içimden geçti. Hocamız; ya efendim, bunu ben size yarın sabah verebilirdim ama ölürsem bu arada, bunun nereye konulacağını bilemezsiniz, bu da böyle kalır kardeşim, ben bunu yapamam. Çünkü ben ömrümde hiç bir zaman şimdi yapılacak işi biraz sonraya tehir etmedim ve Allahü teâla da bu huyumdan, bu hamaratlığımdan, -hatta bu hamarat kelimesini kullandılar- işte bu hamaratlığım sebebi ile Allahü teâla bana bu nimeti nasip etti, buyurdular. Düşünmez olsaydım, tövbe estağfirullah.