Enver Abiler buyurdular ki;
Bir evin her tarafı yanıyorsa, kurtulmak mümkün değilse, bir mübarek zât gelip, dese ki; “Bak evladım, istersen seni kurtarabilirim. Ama şartlarım var. Bunları yerine getirmen lazım” dese. İnsan ne der? Efendim, şart falan anlamam. Ben yanmaya hazırım, der mi? İmkan yok! Tabii efendim, her şeyi yaparım. Yeter ki, siz beni şu ateşten kurtarın, der. Veyahut da iki gözü âmâ birisine bir mübarek zât geliyor; “Bende bir göz damlası var, onu damlatırsan iki gözün açılacak” diyor. Gözleri açılsa, her tarafı güzel güzel görse, bu adamın sevinci anlatılabilir mi? Böyle bir nimete kavuşan kişi, bu nimete kavuşmasına sebep olan zâtı nasıl unutur? Onun için, büyükler buyuruyor ki; “Beni küfürden kurtaran hocamdan, ben başka bir keramet istemem”. Biz de demeliyiz ki; ateşte yanmak üzereyken mübarek bir zat bizi kurtardıktan sonra, başka Ondan ne istenir? Abdülhakim efendi hazretleri “kuddise sirruh” buyuruyorlar ki; Bundan önceki ümmetlerin helak olmasının bir sebebi de, peygamberlerine çok lüzumsuz sorular sormalarıydı. Bize imanı öğreten büyüğümüze tam teslim olmalıdır. Güneşle meşgul olmak varken, yıldızlarla uğraşmamalıdır. Değmez çünki. Elhamdülillah, Mübarek hocamız her şeyi anlatmışlar. İsmini de Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye koymuşlar. Tam demek, burada noksan yok, aradığınız her konuyu bulabilirsiniz demektir. Zaten vaktimiz çok mahdut, onu tekrar tekrar okuyup, anlamaya çalışmalıdır. Çok çeşitli kitab okumak yerine, doğru olan, büyüklerden nakil olan kitabı çok okumalıdır. Yemek için hazır lokma varken, onu yemeğe çalışmak lazım. Yoksa, buğday ekip, un yapıp, ekmek hazırlamağa vaktimiz de yok, lüzum da yok. Akıllı olmak, ahiret ticaretini bilmek lazımdır.