İslâm dîni insanların dünyada da, âhırette de rahat ve huzur içinde yaşamasını istiyor. Bunun için, akla uymayı emrediyor. Nefse uymayı yasak ediyor. Akıl yaratılmasaydı, insan hep nefsine uyar, felâketlere sürüklenirdi. Nefs olmasaydı, insan, yaşaması ve üremesi için ve medenî hayat için lâzım olan şeyleri kazanmak için çalışmasında kusur ederdi ve nefs ile cihad sevabından mahrum kalırdı. Nefse uyan kimse, hep İslâmiyetin dışına çıkar. İslâm dîni, rahat ve huzur içinde yaşamak için lâzım olan şeyleri ve dünya lezzetlerinden faydalı olanları yasak etmiyor. Bunların elde edilmesinde ve kullanılmasında, akla ve dine uymayı emrediyor.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Âhırette olacaklardan, sizin bildiklerinizi hayvanlar bilselerdi, yemek için et bulamazdınız!” yâni, hayvanlar âhıretteki azapların korkusundan dolayı yemekten, içmekten kesilirlerdi. Bir deri, bir kemik kalırlardı.
İnsanların yaşayabilmeleri, nefslerinin gafleti ve dünya lezzetlerine düşkün olması iledir. Nefs, iki tarafı keskin bıçak gibidir. Hem de, zehirli ilâç gibidir. Tabibin tavsiyesine göre kullanan, bundan fayda kazanır. Aşırı kullanan helâk olur. İslâmiyet, nefsin helâk edilmesini, yok edilmesini değil, terbiye edilmesini, ondan istifade edilmesini emretmektedir.